Geçtiğimiz on beş tatillerin birinde Ürdün’e gitmiştik. Ürdün Ekvator’a ve Arap diyarına yakın. Kışları bize göre daha sıcak.
Tüm gün bir şehirden başka bir şehre gitmenin yorgunluğuyla akşam otele geçtik. Yemek çay kahve derken eski Amman’ı gece görmek istiyordum. Otel lobisinde yemekten sonra toplandık. Aylardan şubat hava serindi. Eski Ürdün’e gitme fikrini ortaya attım. Arkadaşların gözlerinde yorgunluğu okumak mümkündü.
Son uğrak yerimiz Kudüs Fatihi Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethetmeden önce bir dönem durup hazırlıklar yaptığı Kerak Kalesi’ydi. Hepimize sirayet eden kalenin büyüleyici atmosferi. Kalede durup bakana fethi yaşatacak kadar heybetliydi Kerak. İnsanın hem ufkunun hem hayalinin mavi gökte kaybolduğu o büyünün kaybolmasını istemiyordu arkadaşlar. O büyü ile kendilerini uykunun huzurlu limanlarına atıp kalenin geri kalan yanını rüyada tamamlamak niyetinde olanlar vardı.
Bir şehrin gündüzü kadar gecesinin de görülmeye değer olduğunu gittiğimiz şehirlerden öğrendim. Hatta kadim şehirlerin gece insanı büyüleyen ve insanın karanlıkta görmeyip kendisinin tamamladığı gizemli bir yanı vardır.
Gündüz, şehrin çıplak görüntüsünde büyü, gizem gizleniyor. Naçizane önerim ilk kez görmeye gittiğimiz şehirle gece tanışmak. Gecenin şehre kattığı büyüye ilk karşılaşmamızın da büyüsünü katıp şehri karanlık haliyle tanıyıp tahayyülde tamamlamak. “Kaldırımlar” şiirindeki imgeler; sokak başını kesmiş devleri, gözüne mil çekilen evleri, münzeviyi, çığlığı, süvariyi, sabah görünmeyeni, içinizde yaşayan insanın sesini gece görebiliriz. Şehir, kendisini ziyarete gelene metafiziğin kapılarını gece açar. Onları gaybın binbir kapılarından geçirir. Halden hale sokar, hayretten hayreti yaşatır, makamdan makama yükseltir.
Lobide gece 22.00 den sonra eski Amman’a gitmeye arkadaşları kışkırtıyoruz. Otelimiz eski Amman’a 5 dolarlık taksi ücreti kadar uzak. Yağmur çiseliyor. Hava serin. İnsan gitmek istemeyince ip un serilir. İsteyince de ip undan arındırılır.
İlber Hoca’nın “gezilerde az uyuyun, çok gezin.” sözünü orataya atıyorum. Gelmeyi düşünmeyenler gelmeye göz kırpıyor. Haydi çıkıyoruz, deyip otelin dış kapısına yöneliyoruz. Arakaya bakmadan ilerliyoruz. Kimse gelmese de gitme konusunda kararlıyız birkaç kişiyle.
Caddeye çıktığımda yağmur ıslak bir yorgan gibi bizi sarıp sarmalamak kıvamında. Caddenin kenarında duran taksiye eski Amman’a gitmek istediğimi söylüyorum. Otuzlarında olan taksici olur götüreyim diyor. Ön koltuğa ben oturmadan arka koltuğu arkamdan gelen arkadaşlar dolduruyor. Yetmedi öndeki iki taksi de doldu. Eski Amman’a daha varmadan bizim havamız bayram havasına dönüyor.
Amman beş bin yıllık kadim bir şehir. Birkaç medeniyete ev sahipliği yapmış. Her medeniyetin izini günümüzde dahi yüzünde görmek mümkün. Yedinci asırda Roma kiliselerinin yanına İslam orduları minareler eklemiş. 16 yüzyılda Arapça nağmelere Türkçe sesler eşlik etmiş. Birinci Dünya Savaşı’na kadar da Türkçe ve Arapçanın kardeş olduğu şehir.
Türk’ün Arap kadar Arap’ın Türk kadar buralı olduğu şehirler: Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul, Mısır, Bağdat, Şam, Diyarbakır ve daha nice kadim şehirler. Dillerimizin nesillerimizin etle tırnak oldukları kadim şehirler. Bir Türkün olduğu kadar Arap’ın, Kürd’ün, Fars’ın da olduğu şehirler. Dillerin ahengi birbirine karışarak göğe yükseldiği ve gökte Tanrı’nın dilinin rengine büründüğü şehirler. Bir Arap’ın sürçen ayağındaki ağrının ırkına bakmayan komşusu da hissederdi. Tersi de mümkündü. Ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmazdı.
Hava serin. Taksici güler yüzlü. Türkiye’den olduğumuzu söyleyince bizi kendine daha yakın hissedip sorularımıza severek candan cevap veriyor. Yolumuz on beş yirmi dakika. Saat yirmi üçe yaklaşıyor. Taksiciden Feyruz açmasını rica ediyoruz. Taksicinin gülümseyen yüz hatları yerini ketum bir “hayır olmaz”a bırakıyor. Tekrarlıyoruz ricamızı “radyoda Feyruz açabilir misiniz, onu dinleyebilir miyiz.” nezaketli ricamıza yine aynı ketumlukla hayır olmaz ile cevap veriyor. Biz neden demeden kendisi ekliyor:“Feyruz ‘Sabah Bülbülü’ sabah dinlenilir. Akşam onu açamam. Akşam “Ümmü Gülsüm” dinlenilir, diyor bize Ümmü Gülsüm açıyor.
Taksicideki duyarlılığın şaşkınlığı yüzümüzde. Taksici duyarlılığından hem memnun hem şaşkınlıkla birbirimizin yüzüne bakıyoruz. Ses çıkarmadan Ümmü Gülsüm’e kulak veriyoruz.
Feyruz, Beyrut’ta doğmuş Hristiyan bir ailenin çocuğu. Babası küçük yaşta Kudüs Müftüsünden Arapça kıraat dersleri aldırmak için kendisini Kudüs’e gönderir. Hakeza Ümmü Gülsümün de ilk hocası hafız olan babası. Kendisine Kur'an-ı Kerim kıraatıyla Arapça ve ses eğitimi verir. Arap dünyasının birleştiği ve Arap dünyasını birleştiren iki ses. Türkiye’de müziğe ilgisi olanlar da bu nağmelerden duygularına yüreklerine düşenden nasibini almış. Lübnan iç savaşında Feyruz çalınınca kavgaya ara verildiğini bir not olarak ekleyelim. Aynı durum Arap Baharında Ümmü Gülsüm içinde geçerli. Kavgalarda, ihtilallerde, iç savaşlarda ikisinden yükselen nağme barışın sesi.
Eski Ürdün’e varıyoruz. Gece hava soğumuş. Şubat, Türkiye kadar olmasa da kendini hissettiriyor. Elbiselere daha bir sarılıyoruz. Yağmur, ufak ufak serpişiyor. Eski Ürdün’de ışıklandırılmış Roma tiyatrosu karşılıyor bizi. Meydan karanlık. Sokaklara dalıyoruz. Ürdün’de kumda pişirilen kakuleli sokak kahvesinden alıyoruz. Amman’ın havası ve Kakulenin tadı kahveyi nefis içime dönüştürüyor.
Serin hava nefeslerimizi buharlaştırıyor. Gece ilerliyor. Nefesimiz kakuleli kahve kokuyor. Girdiğimiz karanlık sokakların hepsi yolumuzu ışıklandırılmış tiyatro meydanına çıkarıyor. Gündüz gözüyle baktığımda bana Urfa’yı anımsatıyor Amman. Üst üste yapılmış çöl renkli evler, evlerin semalarında uçuşan güvercinler…
Taksicinin “Feyruz akşam dinlenmez.” sözü Ürdün’ü gezdiğimiz gece aklımı hep meşgul etti. Türkiye’ye dönünce aynı meşguliyet devam etti ve bana bu yazıyı yazdırdı. Sanatçıyı, sanatı, sesi nağmeyi zaman ile özdeş kılmak. Sesi o “ana” ait kılmak. O “an”ın dışında dünlememek. Bizde böyle bir sanatçı var mı? Varsa bu kim olabilir? Düşündüm. Karşıma evet bu sanatçı olabilir diyeceğim bir isim çıkmadı.
Belki siz bulursunuz !
Ben Feyruz’un “Le Beyrut” ve “Ey Kudüs Ey Namaz Şehri” eserlerini dinleyeyim.