İnsanlık tarihinden beri nasıl bir nesil yetiştirmek gerektiğine dair arayışlar, öneriler, şikayetler olagelmiş.
3500 yıllık Sümer tabletlerinde rahipler gençlerin istedikleri gibi bir yaşam biçimine sahip olmadıklarına dair şikayetler mevcut.
Kutsal kitaplar daima erdem sahibi bir neslin yetişmesini ön planda tutmuş. Devletler, yönetimler ise kendi siyasi hegemonyasına uygun bir nesil yetiştirme uğraşı için çaba sarfetmiş.
İlkçağlarda hayatta kalma mücadelesi; herkesi iyi bir savaşçı olmaya yönlendirmiş. Medarı maişet için de insanlar çift, çoban, zanaat peşinde koşmuş.
Orta Asya’da Türk kültürü gereği her çocuk, göç iklimi ve bozkır yaşam biçimine uygun bir şekilde yetiştirilmiş. Ok, yay, at, binicilik, hayvancılık, tarım her çocuğun hayatının bir parçası olmuş.
Türklerin müslüman olmaları ile hayatlarına medrese ve beraberinde yerleşik hayat girdi. Böylece tarım, toprak, mimari yapıtlar insanların hayatında daha çok yer edindi.
Aynı dönemde Avrupa’da din adamı ve şövalye olmak amacı ön plandaydı.
Medrese, enderun okulları ve yeniçeri ocaklarında yetişen nesiller Türklerin İslam dünyasında saygınlığını fetihler ile pekiştirmiş. Kısa sürede üç kıtaya hakim olmalarını sağlamıştır.
Coğrafi keşifler, Rönesans, Reform, Aydınlanma Dönemi, Sanayi Devrimi Avrupa’yı Osmanlı’nın önüne taşımış. Avrupa kendi küllerinden yeni bir atılım gerçekleştirmiş.
Osmanlı imparatorluk sarhoşluğu ile uzun yıllar bu atılımların dışında kalmayı tercih etmiş.
Osmanlı, padişah üçüncü Selim ile Avrupa’nın gerisinde kaldığının farkına varmış.
İkinci Mahmut geri kalmayı telafi için Batı tarzı teknik ve tıbbi okul arayışlarına yöneltmiş Osmanlı’yı.
Tanzimat, Osmanlı’nın Avrupa karşısında geri kaldığının saray tarafından resmi olarak kabul tarihi de diyebiliriz.
Medreselerden beklenen nesillerin yetişmemesi Osmanlı’yı Batı tarzı mektep açmaya yöneltmiş. Eğitimin insana şekil vermesinde rota yavaş yavaş Batı tarzı okullara ve Batı’ya uygun bir nesil yetiştirmeye yönelmiş.
Muhafazakar olarak bilinen ikinci Abdülhamit döneminde Batı tarzı hukuk, ticaret okulları dışında Osmanlı’da ilk kez Sanayi-i Nefise Mektebi adıyla güzel sanatlar fakültesi kurulmuş. Müdürlüğüne de Paris’te hukuk ve resim eğitim gören Ressam Osman Hamdi Bey getirilmiştir.
Medreselerin kendini yenileyememeleriyle birlikte medreseler yavaş yavaş eğitimin merkezinden çıkmaya başladı.
Batı tarzı okullarla medreselerin yeri doldurulmaya başlandı.
Cumhuriyet kurulduğu tarihte eğitimde nasıl bir neslin yetiştirilmesi gerektiğine dair 20 nitelik belirtilmiş. Bu nitelikler “ Çağdaş muassır medeniyetler seviyesine ulaştırılacak gençler yetiştirmek.” cümlesi ile özetleyebiliriz.
Cumhuriyet tarihine baktığımızda eğitimin önceliği; rejimin ilkelerini birinci amaç edinen bireyler yetiştirmek.
Cumhuriyet dönemi okullar; Fransız aydınları başta olmak üzere Avrupa’nın ürettiği bilgiyi öğretmenler aracılığıyla öğrencilere aktaran ve devleti de daima kutsayan bir eğitim anlayışı izledi.
Türkiye’de asker ve kendini rejimin bekçileri gören bürokratlar, dışardan gelen sivil değişime karşı okulu ve ders kitaplarını muhafaza etmiş. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki misyonu değişimin önüne kalkan yaptılar.
Zaman zaman iktidar partilerin, eğitimde değişikliğe gitme önerileri ufak tefek düzenlemelerin ötesine geçememiştir. Okullarımız yeniliklere karşı hep cumhuriyetin ilk yıllarını ve söylemlerini devletin bekçiliğini yapan ve itaate razı öğretmenler aracılığıyla söyleyegelmiştir.
12 Eylül sonrası uzun süre iktidarda kalan ANAP dönemi Milli Eğitim Bakanı merhum Hasan Celal Güzel “ biz Asım’ın neslini yetiştirmek istiyoruz” söylemişti.
O dönemde öğrencilik yapan biri olarak baktığımda resmî törenin gereği İstiklal Marşı dışında Asım’ın neslinden uzak durulan bir eğitim vardı.
28 Şubat sonrası Milli Eğitim Bakanı olan Hikmet Uluğbay’ın eğitimde siyasi kavgaların yaşandığı imam hatiplerin orta kısımlarının kapandığı hengameli dönemde intihar girişimi de yine milli eğitimin rotasının kime verileceğinin kavgasının bir sonucuydu.
Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel kameralar karşısına geçerek “Biz tek tip insan yetiştirmek istiyoruz.” sözüyle devreye girdi.
Alında eğitimimizin temeline bu felsefe hep varlığını korudu.
Derken iktidar değişti. İktidara uzun süredir hakim olan AK Parti’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik “Öğrencileri itaatkâr olmaktan sorgulayacı birey haline getireceğiz.Şüpheci düşünmeyi öğrenen bir nesil yetiştirmek istiyoruz.” Bu yönde hazırlıklar yapıldıysa da eğitimin tek tip insan yetiştiren yanı baki kaldı.
AK Parti dönemi bakanlardan 12 yıllık eğitimi zorunlu hale getiren Ömer Dinçer “ küresel nitelik gerektiren dersler vereceğiz.” diyerek eğitimin amacını daha çok meslek belirleme üzerinden belirledi.
Entellektüel bir kişiliğe sahip olan Nabi Bey döneminde mili eğitimin kimlik kişilik arayışı devam ettiyse de İsmet Yılmaz dönemi bürokratların eğitimi kanun kural ile idare ettiği yıllar oldu.
Ak Parti ekonomiye paralel gitmeyen eğitime müdahale için eğitime vakıf Ziya Selçuk Bey’i getirdi.
Ziya Bey, yapay zekanın geldiği noktada eğitimin geri kalmışlığının farkına vararak kolları sıvadı: “Diyalektik olarak 'ya da' kelimesiyle aslında başka perspektifler ve bakış açıları da var demeye çalışıyoruz. Bulunduğumuz bakış açısının dışında bakış açılarına davet ediyoruz. Bir meseleye 'şudur' ya da 'budur' demek yerine hem 'o' hem de 'o' demek istiyoruz. Yani hem 'hem de' derken hem 'ya da' derken aslında vermek istediğimiz mesaj öncelikle kendimize.” sözleriyle eğitimi olasılığın kollarına bıraktı.
Geldiğimiz noktanın özeti; hiçbir şeyin doğru olmadığı, her şeyin doğru olabileceği ihtimali üzerine genç zihinleri aktif kılmak. Aynı anda birçok olasılığı gözönünden bulunduran bir nesil yetiştirmek.