Bayramın ikinci günü. Fethipaşa Korusu’una gelen kalabalıkta bir tatlı huzur alma hali. Beni içinize çekmeden ölmeyin diyen hoyrat bir hava.
Gökyüzü tertemiz çiçek bahçesi. Börtü böcekler hayat damarına kan akıtıyor. Kuşların neşeli raksına diyecek yok. Halk ozanı Dadaloğlu’nun tabiriyle ağaçlar çıplaklığını soyunup bayramlıklarını giyiniyor. Kimi de bayramlığını giyinmek için daha fazla yağmur ve güneş bekliyor.
Nefes nefese kalmış toprakta yeşermenin tebessümü, güneşe ve yağmura şükretmenin bereketli hali.
Nisan; rüzgârların en ferahlatıcısını, denizlerin en mavisini, ormanların en kuytusunu, çiçeklerin en solmazını, toprakların en bereketlisini, yemişlerin cümlesini getirip saltanatını kurmuş İstanbul’a. Aynı zamanda şehre de nisan saltanatı yaşatıyor.
Üşüten ürperten kıştan kurtulan şehrin mesut insanları Koru’da. İğne atsan yere değmeyecek diyeceğim ama iğneyi ipliği yamayı söküğü hayatımızdan atalı epey oldu. Ağaca yaslanıp soluklanan, kaydırak kayan, toprağı avuçlayan, bir selfielik görüntüden bir selfielik fotoğrafa koşuşturan, aile hatırası mahiyetinde boğazı arkalarına alıp kameralara dönen, durup göğe bakan, aşıklar, sevgililer, duyguları yeni terleyenler, utangaçlıklarını üzerinden atamayanlar, hürriyete kavuşan çocuklar…herkeste bayram boyasının rengi, sevinci.
Koru’da in çık bak gör dön gel derken on bin adım tamam. Sıra çay molasında. Ülkede insan krizi ekonomik krizin önüne geçmiş. Her yer tıklım tıklım. Şans benden yana. Masalardan biri boşalıyor. Hemen konuyorum masaya. Sandalye semaveri bulup buluşturuyor garson. Oh be dünya varmış. Ne çok dünya var ediyoruz. Herkes kendi dünyasını var ediyor. Buradaki dünya bir semaverlik çay.
Ne zaman bir masaya kurulsam “Masa Da Masaymış Ha” şiiri aklıma geliyor. Aklıma gelir gelmezde “Aklımda olup bitenler” masada yerini alıyor.
Sırtımı Fethipaşa’ya verip Küplüce’ye bakıyorum. Küplüce sırtlarında dik duran pembe mor arası erguvan. Kilometrelerce uzaktan bakışları üzerine çekiyor.
Erguvan 15 Nisan-15Mayıs tarihleri arasında bayramlığını giyinir. Çiçekleri kısa sürelidir. Erguvanların kısa süreli çiçek açıp dökmesini Şair Hilmi Yavuz “İstanbul ve Erguvan” makalesinde “insanoğlunun fânîliğini” anımsatmasına yorumluyor. Yere dökülen erguvan çiçeklerini “acem halısına” benzetiyor.
Akdeniz iklimininin has bahçelerini yurt edinen erguvanın tarihi İstanbul tarihi kadar eskiye dayanır. İstanbul’dan Bizansa, Bizans’tan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan günümüze devredilen erguvan bize zamanın bir emanetidir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir’de “Gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa o da erguvandır.” diyor. Yeşilin kalbinden dünyaya açılan pembe mor arası bir işmar, bir cümbüş, farkındalık, her şeyin yerli yerinde durduğu yerde o bir fark olarak başka bür şey diyor ki Tanpınar onun bayramını ayrı gülden ayrı kılmış.
İstanbul’u uzun yıllar temaşa eden Akif Emre “İstanbul’u Yeniden Düşünmek ve Erguvanname” adlı eserinde “naz makamındaki bakış” diye ifade etmiş erguvanın dikkat çeken halini.
İki imparatorluğun payitahtı ve modern hayatın merkezinde olan İstanbul erguvanlarının tarihi misyonununu “ Aynı anda geçmiş ve bugünün temsil yükünü taşıması” olarak anlamlandırmış.
Akif Emre “Erguvanname” yazılarında erguvanın anlam haritasını hem geniş bir coğrafyaya yaymış hem de çok katmanlı zengin kılmış:
“Naiflik, cesaret, fanilik, zerafet, aşinalık, yitik duygular, hayret makamı, tazelenme, Boğaziçi, Bizans moru, baygınlık, fetih, cüretkarlık, tebessüm, sükunet, güzellik, şımarık, soyluluk, şahlanış, çelişki, gezinti, köşk, dergah, taşkınlık, çağrışımın rengi, mahzunluk, yenilenme, içtenlik, hissetme, apansızlık, nişane, İstanbul’un hafızası, suda raks, Boğaziçi fikri, gölgesizlik, ihtişam, ebediyet, yapaylığa meydan okuma, ürkeklik, yamaç, kıyı, başlangıç, estetik, tevazu, kaybolma…”
Erguvan yazısını yazmaya karar verdiğimde istanbul’u dolaşıp her muhitin erguvanlarını gözlemlemeye çalıştım. Her muhitteki erguvan aynı olsa da anlamı bir başka çağrışım yapıyor.
İmparatorluk ağacı çınarlar ile komşu olan erguvanlar koca gövdeli çınarların yanında çelimsiz bacaklı olsa da çınarların asırlık haline kendi fanilik tadında güzelliğini katarlar.
Kaldırım taşlarını adımlayan insanların kalbine erguvan merhameti anımsatıyor. Hızla yarışan araçların yol ayrımlarında hızın tekerleğine “yavaşla” çomağını sokuyor.
Çengelköy otobüs durağında bekleyen insanların yanında durup bekleyen erguvanlar insanın sabırlı haline eşlik ediyor.
Çamlıca’da boy veren erguvanlar “Yedi Tepeli Şehir”dir. Şehre yukardan bakmanın şımarıklığını yaşarlar.
Düşünceli yürüyen İstanbulluların yol dönemeçlerinde karşılarına aniden çıkan erguvanlar onlara çocukluklarını anımsatan vaktin evladıdır.
Otağtepe’de güneşin gözünü kamaştıran erguvanlar naz makamında şımarmanın hal dilidir. Boğaza karşı bir aylık keyif çatmanın yanında kendilerine bakanlarında keyfini mor külhanili kılarlar.
Rumeli-Anadolu Hisarı uçurumlarını yurt edinen erguvanlar cesaret makamındadır.
Vaniköy sırtlarında herkesin durup durup dikkatini üzerine çeken erguvanlar fark edilmemin insan halidir.
Fenerbahçe Parkı’nda sakız ağaçlarının burnunun dibinde biten erguvanlar dağınık duran ağaçların yapışkan haline ayna olurlar.
Bir sitenin veya evin bahçesinden dallarını sarkıtıp kendini caddeye salan erguvanın adı taşkınlıktır. Kendini bir yere ait hissetmeyen insanın yersiz yurtsuz hali.
Yıldız Parkı’nda adım adım birbirini izleyen erguvanlar güngörmüş erguvanlardır. Yahya Efendi Dergahı’ndan gelen esintinin haliyle hal olup kah derviş meşrepli vecddedirler kah baştan ayağa tanrının ruhundan nefeslenirler. Gök ile yer arasında elçinin misyonunu yüklenip “Ne yana baksanız onu görürsünüz.” Tanrı buruğunu bize anımsatırlar.
Beykoz ve Sarıyer erguvanlarının gözü yaşlı olur. Bir gönle dokunmanın merhametini bize hissettireler. Kalbimizde merhamet çınarını eksiltmemenin uyarısını da eklerler.
Osmanlı saray ve köşklerinde açan erguvanlar Osmanlı kaftanlarıdır. Üç kıtaya sığmayıp İstanbul’u yurt edinmenin şükrünü yaşarlar.
Kanuni dönemiyle özdeşleşen Şairi Azam Baki’nin erguvan beyti erguvan sarayını andırır bize:
Dürr-ü yakut ile nahl-i murassa sandım
Erguvan üzre dökülmüş katarat-ı emtar.
(İnci ve yakutla süslenen fidan sandım
Erguvan üzre dökülmüş yağmur damlaları.)
Sur dibinde, Yoros Kalesi’nde, eski incir ağaçlarının dibinde biten erguvanlar keşiş kılıklı Bizans moru erguvanlardır. İstanbul’un Osmanlılarca kuşatıldığı tarihten beri meleklerin cinsiyet sırrını tartışadururlar.
Ahmet Haşim’in “ şiir bir mana değil bir hazdır.” şiir tanımı erguvan içinde geçerli. Erguvan her ne kadar bir ağaç ise de bir ağaçtan ötedir. Erguvanın çok katmanlı hali birçok şaire ilham kaynağı olmuş. Erguvan Türk şiirini renklendirmiştir.
Edip Cansever “Orda uçsuz bucaksızOlanca görkemiyle bir erguvan imparatorluğu.” olarak şiirine işlemiş erguvanı.
Divan şiirine hakim olan Turgut Uyar “Söylenir” şiirinde “belki de bitip tükenmeyen / bir fetih döneminde / atlar nasıl kişnerse / yani durgun bir suyun / erguvandan aldığı renkle / gidip geldim caddelerde” şiiriyle tarihe bir gönderme yapıyor.
İstanbul ile özdeşleşmiş Ziya Osman Saba
“Hatırlatacak bize şen çocukluğumuzu,Erguvanlı bir bahçe, mor salkımlı bir duvar.” mısralarıyla erguvanın maziyi anımsatan halini yazmış.
Melih Cevdet “erguvanı rüyalarımıza ışık ve özlem serpen” olarak görevlendirmiş şiirinde.
“Döktü Rengini Sessizce” şiirinde Şükrü Erbaş:
“Eflatun esintiler içinde titredi incecikAynı içten kokuyla iki ayrı erguvanBirisi bir küçük evin içedönük bahçesindeSüsledi sevgisini iki pembe avucunÖbürü bir mezar başında öksüzdöktü rengini sessizce…”
Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar kadar İstanbul’u adımlayan, gözlemleyen Kadim İstanbul’u günümüz ile mukayese eden Akif Emre; erguvan üzerinden günümüze not düşüyor:
“Kaba modernizmin, doyumsuz kapitalist iştihanın şehirlerimizi, dünyamızı nasıl cansızlaştırıp zevkten habersiz bıraktığını, ne denli çirkinleştirdiğini, kaybedilen tevazuyu, kanaati her an dökülecek gibi duran çiçeklerindeki şeffaflıkla göstermesiyle bugünün İstanbul"una da yakışıyor. Belki bugünün İstanbul"u için çirkinleşmeden uyardığı, tehdit etmeden akıbetimizi en estetik yöntemle hatırlattığı için bugün de erguvanlar güzelliğin hüzünlü vedasıdır.”
Bu yılda erguvanların son demine doğru günler zamana kulaç açıyor. Ve birkaç gün sonra Hilmi Yavuz’un “Aynalar ve Zaman” şiirindeki dizeleriyle erguvanları anacağız:
“erguvanlar geçip gittiler bahçelerdengeriye sadece erguvanlar kaldı”