Her yıl uzun yaz tatilinde ülkenin farklı bölgelerini dolaşıyorum. Öğretmen olmanın verdiği özellikle gittiğim yerlerde tanımadığım çocuklarla sohbet ediyor, hayat hikayelerini dinliyorum. Oyunlarına, pikniklerine, diyaloglarına, çalışmalarına şahit oluyorum. Geçtiğimiz hafta da köy çocuklarının futbol oyunlarının izleyicisi oldum.
Bozkırda, yaşları 12 ile 18 arasında 20’ye yakın delikanlı. Kimi bu köyde yaşıyor kimi başka şehirden gelmiş. Anne ve babalarının memleketlerinde yaz tatilini geçiriyor. Köydekiler ile köye gelenler arasında kaynaşma, arkadaşlık çoktan oluşmuş. Her gün belirledikleri saatte futbol için buluşuyorlar. Buluşmak hal hatır sormaya, birbirlerinin iç dünyalarına dokunmaya da dönüşmüş. Yaşı küçük olan gençler kendilerinden birkaç yaş büyük olanlara saygı gösteriyor. Büyükler küçük olanlara şefkat gösterip yılana, akrebe, kurda karşı onları koruyor. Aralarında su sızmayan bir dayanışma var. Sezai Karakoç’un “Çocukluğumuz” şiirindeki “Peygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık” mısrasında anlattığı çocuklar gibiler.
Saat 15.00. Güneş tepelerinde. Şakaklarında boncuk boncuk ter. Güneşe, zemine bakıp oyun saatlerinin geldiğini onaylıyorlar. Tepelerindeki güneşe aldırmıyorlar. İnsan olmanın oyununu oyunda kendi evrimini yaşamanın hazırlığı içindeler.
Toplandıkları yer çayır. Ekinler biçilmiş, toplanmış. Zemin yumuşak ve nemli. Düşenin canını yakmayacak bir pofluğa sahip.
Yeşillik düşenin burnuna kendini hissettiriyor.
Kaleler, karşı karşıya konulan taşlardan ibaret. İki delikanlı takım kuruyor. Denge yakalanıyor. İyiler, orta halli oynayanlar dengeli dağıtılıyor. Takım her gün değişiyor. Takımın mayasında gruplaşma yok . Bugün rakip olanlar, yarın aynı takımı kazandırmak için ter döküyor. Oyunun adı futbol, oyunun amacı okulda görülmeyen kenetlenmeyi, birlikteliği, arkadaşlığı, yardımlaşmayı oluşturup oyunu en iyi oynayarak başarıyı yakalamak.
Hakem yok. Her oyuncu bir hakem gözetmenliğine sahip.
Mavi göğün altında, Van Gogh tablolarını andıran bozkırda top peşinde koşan gençler. Uzaktan bakınca İran filmlerini andırıyor.
Çocuklar arasında takım ruhu hemen kurulmuş. Yardımlaşmalar, yer belirlemeler, oyun kurma, paslaşmalar, kimin nerede oynayacağı, kimin kimi koruyacağı belli.
Takım ruhu; insan olmanın duygularını doğru kullanmasını, ben yerine biz olmayı sağlıyor.
İki genç bencil oynuyor. Arkadaşlarına pas vermemekte, arkadaşlarının verdiği pasları da bireysel oynama sonucu amacına ulaştırmıyorlar. Bencillik, onlara yorgunluk ve kayıp dışında bir şey vermiyor. Kısa sürede takım arkadaşları onların bencilliğini görüp onlara pas vermekte cimri davranıyor . Takım ruhuna uymamak onları mutsuz kılıp yalnız bırakıyor.
Beden ve ruh oyunda kendini terbiye etmenin alanında topun peşinde koşuyor. Gençler, oyun alanında kendi duygu ve davranışlarını doğru kullanmanın yöntemini geliştiriyor.
Kenarda oyunlarını gözlüyorum. Oyun kurallarına aykırı davranmalarda takım ruhu devreye girip haksızlık yapana özür diletiyor. Hakkaniyeti gözetmek takım ruhundan herkese sirayet ediyor. Çocuk, oyunun mimarı. Duygularını doğru kullanmanın da aktörü. Birey olmanın özgünlüğünü takım içinde gösteriyor.
Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında” mısraları gibi her çocuk takım ruhu içinde lakin birey olmanında dışında değiller.
Üç arkadaş paslaşarak rakip kaleye gol atıyor. Daha azimli olan gölün sahibi. Topu rakip kaleye bırakmada herkesin katkısı var ve herkes gol atma sevincinden payını alıyor. Gol atan azimli olmanın liderliğini eline alıyor.
Yenilen taraf, gol yemenin üzüntüsünden ders çıkarmaya toplanıyor. Gol yenilen bölge destekleniyor. Kimse kimseyi suçlamıyor. Gol yemenin faturasından herkes payını alıyor. Takım ruhu, oyunda bir olmanın insanı diri kılıp başarıya götüreceğine inanmış.
Köy maçlarında golden sonra maça kenardan başlanıyor. Gol atan taraf gol atmanın sevinciyle motivasyonu yüksek bir tarzda top koşturuyor. Gol yiyen takım gol yemenin verdiği yenilgiden kurulmak için daha azimli oynuyor. İnsanın kendini doğru yönetmesinin doğru duygular ile hayata devam etmenin oyundaki karşılığı.
Kişiliği yeni yeni oluşmaya başlayan çocuklar topta kendini göstermenin hareketlerini de deniyorlar. Özgün ve delikanlı olmak adına farklı çalım atmalar, ayak oyunları deniyorlar. Pes temenin delikanlı yaşa yakışmadığının duygusal farkındalar. Kendi kişiliklerini arkadaş ortamında yüzü ak bir şekilde oluşturmanın oyununu bir nevi oynuyorlar. Ekranlarda izledikleri ve beğendikleri futbolcuların taktiklerini kendi futbol tarzında göstermeye çalışıyorlar. Teoriyi bozkır sahada pratiğe dökmenin özgür davranışı içinde top koşturuyorlar. Futbol bir oyun olmanın ötesinde her öğrencinin hayat hikayesini oluşturmanın bir parçası. Maarif kurumumuz yıllarca devlet sıralarında çocuklara vermediğini, kazandırmadığını çocuklar kendi aralarında kurdukları oyunlar ile öğreniyor ve yaşıyorlar.
Rıfat Ilgaz’ın “Okutma Üzerine” şiiri ile özetleyelim meramı:
...
Şunu demek istiyorum!
İki iş tuttum ömür boyu köklü.
Çocukları okutmaktı ilk işim,
İkincisi,
Yazdığımı çocuklara okutmak.
Ne gençlerden,ne çocuklardan
Bir yakınmam yok
Arapın dediği doğru:
"Çocuk mazbut..."
Memleketse görülüyor işte,
Güllük gülüstanlık...
Ne var ki güllerin dikeni çok!