Yoksulluk ve aşk, insanı terbiye eder. Aşkın bir ucunda ten, diğer ucunda ruh vardır; yoksulluğun ise bir ucunda hırsızlık, diğer ucunda dürüstlük. Günahla sevap, iyilikle kötülük arasında salınıp durur insan. Bütün bunlar, Bernard Malamud’un “Çırak” romanını okuduktan sonra geçti aklımdan. Amerikan-Yahudi edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Malamud’un eserinin ana temasını bence bu iki kelime özetliyor: Yoksulluk ve aşk…
Çar döneminde Rusya’dan kaçıp Amerika’ya yerleşen, Newyork’un yoksul bir mahallesinde küçük bir dükkân işleten Yahudi Morris Bober ailesinin başından geçenleri; bu ailenin yoksulluğunu, küçük esnafın marketler karşısında tutunamayışını, her türlü yoksulluğa karşın dürüstlük ve iyilikten ödün vermemelerini, Frank ile Helen’in aşkını konu edinen bir roman “Çırak”. Metnin görünen yüzünde bu var; ama derinlerde insanın yoksulluk ve aşk içinde pişmesini, bu süreçte yaşadığı ruhsal-tensel gelgitleri dile getiren, bu bakımdan ‘mistik roman’lara benzeyen bir eser.
Romanın ana kahramanı, Morris’in dükkânında çalışmaya başlayan, kimsesiz, yoksul bir İtalyan delikanlı Frank Alpine’dir. O, Morris’in, başlarda kötülüğe, suça bulaşmış, hırsızlık yapan ‘çırak’ı; ama aynı zamanda aşkın, genel anlamda da ‘hayatın çırağı’dır. Başlangıçta bir suçludur; örneğin Morris’i soyanlardan biri, kasasından para çalan bir hırsız; ancak vicdanının sesi hiç susmaz; parayla olan imtihanı giderek pişmanlığa, af dilemeye, itirafa ve tövbeye dönüşür; bu anlamda bir ‘arınma’ yaşar. Morris’e, soygunu yapanlardan birinin kendi olduğunu itiraf eder, kasadan aldığı paraları, hatta daha fazlasını yerine koyar, hiç karşılık beklemeden aileye hizmet eder… Bu, onun yoksullukla imtihanıdır. Delikanlı, benzer bir arınma sürecinden, Morris’in kızı Helen’e duyduğu aşk sebebiyle de geçer. Başlarda tensel arzularına gem vuramaz, kızı vücuduyla arzular; hatta saldırır… Ama daha sonra aşkın ruhu, kalbi kapsayan ve tenden ayrılmayan parçasının bulunduğunu, aynı zamanda irade terbiyesini gerektirdiğini fark eder. Ardından yine pişmanlık, itiraf ve tövbe! Bu arada eserde ‘itiraf’ın önemli bir yer tuttuğunu, bunun da dinî kökenlerinin bulunduğunu belirteyim. Ve sonuçta aşkta da bir arınma; bir dizi deneyim ve ‘içsel çile’den geçme söz konusudur. Malamud, kahramanının günahla sevap, tenle ruh arasındaki ikilemlerini, pişmanlıklarını, vicdan azabını derinlemesine yansıtıyor. Doğrusu aynı gelgitleri ve acıyı Frank kadar değilse bile, Helen’in de yaşadığı; hatta romanda ‘olgun insan’ı arayan ikinci ‘yolcu’nun o olduğu söylenebilir. Sonuçta Nat ve Louis’le yaşadığı birliktelikler, hayatında acı bir tecrübe olarak kalsa da, o da Frank’ı anlayacak ve gerçek aşka ulaşacaktır. Dolayısıyla Frank ve Helen, türlü deneyimler yaşadıktan sonra ‘olgunluğa eren’, böylece aşkın gerçek anlamını bulan kahramanlardır. Bu bakımdan romana neden “Çırak” dendiği anlaşılıyor herhâlde.
“Çırak”ın, Helen’den sonra üçüncü önemli figürü, baba Morris. Yoksul, ama bir dürüstlük, sabır ve merhamet abidesi o. Kazanmak için hile yapmıyor, bilge kişiliğiyle öne çıkıyor; âdeta Yahudi ahlâkını temsil ediyor. Eşi Ida ise, kızı Helen’in, Yahudi olmadığı için Frank’la evlenmesine şiddetle karşı çıkan tutucu bir anne.
Romanın sonunda Frank, bir çile sürecinden geçtikten sonra arınıp Helen’e kendini affettirir ve Yahudi olur. Kısaca insanın özellikle aşkta olgunlaşma sürecini, bu süreçte yaşadığı acıları ve düştüğü ikilemleri anlatan önemli bir roman bence “Çırak”.
Aslında hepimiz çırak değil miyiz, hepimiz günahla sevap sarkacı arasında savrulmuyor muyuz, hepimizin itiraf edecek suçları yok mu?..