Yalnızız” (Ötüken Neşriyat, 2000), Peyami Safa’nın en başarılı romanlarından biri bence. Neden? İnsanın arzu ve ihtiraslarının ruhtaki köklerine iniyor da ondan. Ve yazar biliyor ki insan, tüm hayat, zıtlıklardan mürekkep karmaşık bir varlıktır. Romanda Samim buna “dip zıtlık” diyor. İşte bu nedenle insan, tek boyutlu bir varlık değildir!..
Esas itibarıyla içimizdeki benleri, iki zıt bene indirgeyebiliriz. Tıpkı romanın başkahramanı Meral gibi, herkesin içinde bir iyi, bir de kötü, muhteris ben var!.. Birinci ben, Samim’e ve dolayısıyla Peyami Safa’ya göre “aşk ve fedakârlık hamleleri hâlinde kendi kendini aşar ve ebedîlik değerlerine sarılır.” (s. 187) Sevgili aşkından, aile, millet, meslek, insanlık ve Allah aşkına kadar gider… İkinci ben, “tabiate, uzviyete, biyolojik hayata ve içgüdülere bağlıdır…” (s. 187), şeytansıdır. Para, lüks hırsı, tensel arzular, kaba iştah, şehvet ve kibir gibi değerleri bu ikinci ben içerir. Her insan bu iki ben/ eğilim arasında gidip gelir, ne tamamıyla biri ne de diğeridir, özünde ikisi de vardır, biri diğerinin varlık sebebidir…
“Yalnızız”ın kahramanı Meral, içteki bu iki ben arasındaki çatışmaların sonucunda büyük bir bunalıma düşer. Kötü arzu ve ihtirasların öznesi olan ikinci ben, türlü cazibeleriyle; örneğin lüks ve özgür yaşamın simgesi Paris’le, konforla, hatta cinsel isteklerle onu âdeta esir alır. Yalan, bir ateş gibi genç kızı kuşatır, içteki iyi ben zaman zaman onu vicdan aracılığıyla uyarırsa da ikinci ben, yalanlarıyla her defasında susturur. Çünkü Meral, hayat ve tabiattaki zıt kutupları barıştıramaz, ikinci ben’in iradesi ona tümüyle hâkim olur. Bu durumda yalan devreye girer ve kutuplardan birinin üstünü örter. Oysa yalan, vicdanı susturan bir hamledir, geçici bir silahtır. Sonunda her yalanın örtüsü Samim ya da Ferhat tarafından kaldırıldıkça ruh sarsılır ve genç kız, ikinci ben’in hâkimiyetinden ancak intihar ederek kurtulur. Safa’nın başarısı bu: Sorunların köküne, varlığın özüne, insanın ruhuna inmek!
Kanaatimce Türk romancısının en önemli eksikliği, insanın günahla sevap, kötülükle iyilik gibi zıtlıklardan mürekkep bir varlık olduğunu genelde göz ardı etmesi, karakterleri ya tamamen iyi veya tamamen kötü olarak ve kendi dünya görüşü doğrultusunda tek boyutlu bir biçimde canlandırmasıdır. İşte bu sebeple Türk roman ve hikâyesinde insan zayıftır, karakterler genelde ruhsal cevherleriyle değil, maddî içgüdüleriyle hareket eder. Aynı sebeple Türk romancısı meselenin ruh köklerine, ontolojik sebeplerine inmez, hayatın sadece maddî sathında kalır; çatışmayı maddî/ sosyal ihtiyaçlar üzerine kurar. Peyami Safa ise “Yalnızız”da hayatı ve insanı sadece maddî cephesiyle gören sanat anlayışına karşı, tüm sorunların kaynağında ruhun bulunduğunu ileri sürüyor, insanı ve hayatı ruhsal köklerinden kavramaya çalışıyor. Modern bilimin doğayı ve insanı salt maddî cephesiyle ele almasına karşılık, meselâ hastalıkların dahi sebebini “hastanın vücudundan evvel hayatında” (s. 75), ruhunda arıyor.
Ancak Türk romancısının bazı alışkanlıklarının Safa’da da nüksettiğini söylememiz gerekiyor. “Yalnızız”ın ana meselesi Meral’in zıt kutuplar arasında bocalaması ve maddenin arzularına râm olarak bunalıma düşmesi iken, yazar Paris tutkusuyla alafranga hayranlığı ve bu hayranlığın yarattığı ahlâkî düşüş temini tekrar ediyor. Bununla kalmıyor ahlakî düşüşü çoğu romancı gibi kadınlar üzerinden gösteriyor. Eril söylem bu!
Şunu da belirteyim: Safa’nın romandaki sözcüsü Samim’dir. Samim bence çok öfkeli. Bu, Meral’i inceden inceye sorgularken çok bariz biçimde görülüyor. Safa, Meral’i -hatta kadınları- Samim aracılığıyla âdeta dövüyor, dövüyor!.. Meral ise daima dayak yemek ister gibi… Sürekli yalan söyleyerek düşüşü yüklenmeye ve suçlanmaya âmâde!..