Yakup Kadri’nin Ankara’sı, edebî açıdan zayıf olmasına rağmen, Kadro dergisinde toplanan inkılâpçı aydınların kurmak istedikleri Ankara (ülke/ulus) ütopyasını ve özellikle 1921-1942 yılları arasında Ankara’daki değişimi, yozlaşmayı, yeni rejimin seçkin zümresiyle halk arasındaki uçurumu ve daha önemlisi inkılâpçı ütopyanın çelişkilerini görmek bakımından önemli bir roman…
***
Eser, üç ana bölüme ayrılmış. İlk bölümde ana mekân, Ankara’nın eski, yoksul bir semti olan Tacettin Mahallesi, zaman 1921-1923 arası, Milli Mücadele yılları. Yazar, bu bölümde Milli Mücadele ruhunun sürdüğüne; ancak Tacettin Mahallesinin geriliğine vurgu yapıyor. Selma Hanımın ilk eşi Nazif Bey de bu köhneliğin sembolü. İkinci bölüm: Selma Hanım, köhne Tacettin Mahallesini ve Nazif Bey’i terk etmiş; Ankara’nın yeni kurulan semtine; Yenişehir’e taşınmış, üst tabaka arasına karışmış ve Binbaşı Hakkı Beyle evlenmiştir; 1924-1930’lu yılların ilk yarısı… Lâkin artık Milli Mücadele ruhu silinmiş, çarpık bir mimarî, yozlaşan bir üst zümre, salon adamı bir eski subay!.. Karaosmanoğlu, bu bölümde Ankara’nın yeni, ama yozlaşan çehresini, halktan kopan üst zümrenin çarpık hayatını anlatıyor. Son bölüm: Selma Hanım, Yenişehir’de mutsuzdur; hatta Tacettin Mahallesine dönmek ister; ancak artık onlarla birlikte yaşaması mümkün değildir. Tam da bu sırada, kurtarıcı inkılâpçı genç ve gürbüz yazar Neşet Sabit ortaya çıkar, onunla evlenir. Artık inkılâpçı ütopyanın Ankara’sı inşa edilebilir; ediliyor da… Cumhuriyet’in 10. yıldönümünden sonra, ilmen, fikren, iktisaden ‘modern’ bir Ankara kurulur; Halkevleri’nin yaptığı ilmî edebî faaliyetler, tiyatrolar, sinemalar, spor alanları, halkla üst zümrenin kaynaştığı caddeler, kooperatifler, fennî çiflikler, pazarlar, köyden kente uzanan yollar vs. Bu ütopik şehirde -tıpkı Yıldız gibi- bedenler de gürbüzdür. Ya Tacettin Mahallesindekiler? Yamrı yumru, pis ve çirkin!.. Yakup Kadri, işte bu bölümde asıl dramdan, gerçekten kopuyor; problemleri görmezden gelip hayalindeki ‘inkılâp şehri’ni kolayca kuruveriyor!
Kanaatimce Karaosmanoğlu bu eserinde Ankara’nın asıl dramını; halkın deyişiyle Ankara Palas’taki ‘tango’yu lâyıkıyla anlatamadı; belki de devrin siyasi-sosyal şartları buna pek uygun değildi. Bu sebeple Tacettin Mahallesiyle sembolize edilen, öz ama fakir ve geri kalmış; bence ötelenmiş Ankara’nın dramına gözlerini kapattı; aksine çoğu ‘inkılâpçı yazar’ gibi bu semti, ilerlemeye engel, köhne bir ‘karşı güç’ olarak tasvir etti; hatta abartılı biçimde İstanbul’u dahi salt “bir zevk ve safa merkezi, bir turizm şehri, bir kozmopolit liman”a (s. 177) indirgeyerek, inkılâbın karşısında konumlandırdı. Onun için ‘ütopya’sı inandırıcı değil ve ütopyalarda bulunması gereken eleştirel ton zayıf!.. Bununla beraber, yozlaşmanın farkındaydı; nitekim Ankara Palas’taki Noel Gecesi eğlencesinin anlatıldığı bölümde (s. 109-119), bu hissedilmektedir. Lâkin Ankara’nın asıl dramı ve romanın da en canlı ve gerçek sahneleri bunlarken, yazar bu ironiyi-dramı nedense sürdürmüyor; üstelik bu dram üzerine hiç de inandırıcı olmayan bir ütopya bina ediyor!..
***
Karaosmanoğlu, benim söylemek istediğim asıl gerçeği otuz yıl sonra yazdığı “Bir Not”ta itiraf eder, der ki; “Ben, o zamanlar (…) bu ideal Türkiye’ye yirmi yıl içinde varacağımızı umuyordum. Şimdi o yirmi yılın üstünden bir yirmi yıl daha geçmiş bulunuyor. Fakat biz, (…) hâlâ romanın ikinci bölümünde verdiğim ve karikatürünü yaptığım Ankara’nın içinde tepinip durmaktayız.” (s. 9)
Ve yıllar sonra Tahsin Yücel de Gökdelen’de 2000’li yılların İstanbul’unu yazdı. Ne hazin, aynı ‘tango’ bu defa İstanbul’da, Ankara Palas’ta değilse de gökdelenlerde sürüyor!..