Başka bir şey daha var: İnsan tarihi, dille kayda alıyor. Böylece kendini bir coğrafyaya/ vatana, bir millete ait kılıyor. Dolayısıyla dilsel eserler aynı zamanda bir kimlik belgesi. O hâlde dilin iki türlü işlevi var: İlki bilginin edinilmesi ve aktarılmasıyla ilgili; yani öğrenme ve öğretmeye dair. İkincisi, bir kültüre mensup kılma ve kimlik tesisine dair.
Türk eğitim sisteminin -aslında tüm dünyanın- son dönemlerdeki en büyük problemi, dili sözlü ve yazılı bakımdan kullanma becerisinin olabildiğince zayıflamasıdır. Dil kullanımının, dilsel hazinenin giderek daralması, anlama ve düşünmeyle beraber, kendini ifade etmeyi de en az düzeye indirgiyor. Bunun bir sürü sebebi var elbette. Ama en önemlisi, dilsel ifade becerisini arka plana atan test sınav sistemi. ABD kaynaklı bu sınav sisteminin istediği, dilsel ifade değil, sadece doğru seçeneği, üstelik hızla bulmak. Böyle olduğu için öğrenci de haklı olarak yazılı veya sözlü pratiğe ihtiyaç duymadı ve kullanılmayan bu dil becerisi zamanla körelmeye yüz tuttu. Zekanın mekanikleşmesidir bu! İkincisi, bilgisayar, tablet, cep telefonu gibi teknolojiyle beraber ‘hazır bilgi’ yaygınlaştı. Bu teknolojinin eğitimde bilgiye kolay ve hızlı ulaşma gibi bir avantaj sağlasa da kopyala-yapıştır alışkanlığı sebebiyle zihinsel bir tembellik ortaya çıkardığı da inkâr edilemez. Günümüzde ilköğretimden yüksek öğretime kadar eğitim bir ‘hazır bilgi çöplüğü’ tehlikesiyle karşı karşıyadır. Üstelik güvenilmez bilgi!.. Dijital devrim denilen bu çığırla insanın zihinsel faaliyetlerinin dolayısıyla dil, düşünme becerilerinin dumura uğradığı da bir gerçektir.
Bütün bunlara rağmen insan, düşünebilme, öğrenme, muhakeme, mukayese, hüküm çıkarma vb. zihinsel faaliyetleri yapabilmek, yaratıcı bir zekâ için dile muhtaç. Giderek körelen bu beceriyi canlı tutmak gerekiyor.
Bir kısım aydınlar, Türk eğitim sisteminin maruz kaldığı bu dilsel ve zihinsel körelme tehlikesine karşı yer yer uyarılarda bulundular. Ama yetkililer buna karşı bir önlem almadıkları gibi zihinsel gelişimin en önemli ögesi olan dilsel becerileri öteleyen ‘test’e dayalı sınav siteminde hep ısrarcı oldular. Oysa bu sınav sistemi uzun soluklu okumalara, muhakeme ve mukayeselere gerek duymuyordu, bilgiyi küçük tabletler ve formüllere sıkıştırmak yeterli, hatta tercih sebebiydi. Çünkü hız, bunu gerektiriyordu. Matematikte bile sonuca odaklı bir problem çözme metoduydu istenen, o sonuca nasıl varıldığının bir önemi yoktu. Ve sonuç: Anlamaktan, muhakeme ve mukayese etmekten, yorumlamaktan, sorgulamaktan ve ifade edebilmekten aciz, eğitim sürecinde küçük formüle edilmiş tablet bilgilerle yetişmiş mekanik zihinler çıktı karşımıza. Onlar bilginin mucidi değil, üretilen hazır bilgiyi üstelik hiçbir kontrole tabi tutmadan kopyalayan beyinler… Bir dilsel metni anlamakta, yorumlamakta ve o metinle ilgili sorulara yazılı veya sözlü cevap vermekte oldukça zorlanıyorlar. Böyle bir sınav ve eğitim sistemiyle karşı karşıyayız.
İşte böyle bir tehlikeye düşmüşken Milli Eğitim Bakanlığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi oldukça iddialı bir başlıkla sanki tüm bu sorunları -sınavlardaki başarısızlığı ve üniversitelerimizin dünyadaki bilimsel düzeylerinin ne olduğunu da göz ardı ederek- çözecek bir edayla müfredat taslaklarını ortaya çıkarıverdi. Bakanlığın sitesindeki sunuşa bakarsak, taslaklar 10 yıllık bir hazırlığın sonucuymuş, hazırlıklara 1000’den fazla akademisyen ve öğretmen katılmış!
Önce şunu belirteyim: Bu taslaklar hep yukarıdan aşağı, kamuoyuna sunulmadan, tartışılmadan bir buyrukla, kapalı kapılar ardında olmuştur bizde. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” denilen bu gösterişli taslaklar da böyle. İkincisi, müfredatı sürekli değiştirerek, üstelik daima ‘yeni’ olmak zaafıyla ve sıfırdan başlayarak bir ‘maarif modeli’ oluşturulamaz. Bu ülkenin -eksiklikleri de olsa- kendine özgü bir ‘maarif kültürü’ vardır, kültürde devamlılık ilkesi gereği önce bu kültürel birikim göz önünde bulundurulmalı, eğitimde bir felsefeye dayanılmalıdır.
Ama bu, zihniyet itibarıyla yukarıda açıkladığım tehlikeleri çözmeye yönelik bir teklifi olmayan ‘kültürsüz/ geleneksiz, kendine özgü felsefesi bulunmayan bir müfredat taslağı’dır!..
İlk sözüm bu!.. Devam edeceğim.