Yazılarımda genelde muhafazakârların kültür ve sanata ilişkin sorunlarına değindim, değiniyorum… Gözlemlediğim kadarıyla bu kesimi temsil eden siyasî iktidarlar, kültür ve sanatta yetersizler. Günümüzde bu kesimin desteğini alan ve temsilcisi konumunda bulunan AK Parti’nin zayıf olduğu en önemli alan da bu. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da geçen hafta “2018 Yılı Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Sanat Ödülleri” töreninde yaptığı konuşmada; “ geçtiğimiz 16 yılda kültür sanat alanında yeteri kadar mesafe kat’edememiş” olduklarının altını çizdi.
Peki neden? Neden muhafazakârlar, siyaseten iktidarda olmalarına rağmen kültür ve sanatta yeterince başarılı olamıyor? Asıl tartışılması gereken soru bu iken, maalesef siyasî iktidara yakın duran kimi kalemler bunu sormuyor; bir özeleştiri yapmıyor, aksine başlarını kuma gömerek ve sadece devletin araçlarına sırtını vererek siyasî iktidarın konumunu pekiştirmeyi amaçlayan –kültürü tahkim eden değil- ‘sembol’ler üretiyor ve daha tehlikelisi ‘tarih’ yazıyorlar. Yanlış bu! Salt devlet aygıtlarıyla, siyasî iktidar gücüyle kültür ve sanat inşa edilseydi, Tek Parti döneminin kültür politikaları başarılı olurdu. Ama olmadı! Çünkü sivil ayağı yoktu; halk tarafından ve tabiî bir akış içinde üretilmediği; daha önemlisi Türk kültürüne uymadığı için kabul görmedi. Çünkü sanat, siparişle ve emirle icra edilmez. Siyasi iktidar cenahındaki kimi kalemlerin “kültürel iktidar” tartışmalarında ıskaladıkları en önemli sorun bu! Salt devlet aygıtları ve siyasi iktidar yoluyla kültür inşa edilebileceğini sanıyorlar. Oysa değil! Bakın türkülere, devlet aygıtlarınca üretilmemesine ve yayılmamasına, hatta bir dönem ötelenmesine rağmen, sivil hayatta; düğünde-dernekte kendilerine tabiî mecralar bularak hâlâ güçlü bir şekilde yaşıyorlar… Demek ki sanatın sivil, tabii bir ortamda imal ve icra edilmesi gerek. Unutmayın Tek Parti ve bazı sol iktidarlar döneminde muhafazakârlar haklı olarak, çeşitli devlet kurumları aracılığıyla –meselâ TDK- Türk diline dışarıdan müdahale edilmesine, “dil tabiî bir varlıktır, tabiî mecrası içinde gelişir” düşüncesiyle karşı çıkmışlardı. Sanat da bir ‘dil’dir ve asıl imal ve icra edildiği yer sivil alandır. Ali Fuad Başgil’in deyişiyle “serbest dil piyasası”dır. Asıl onay makamı burasıdır, siyasal iktidarlar değil!.. Aksi takdirde kültür, sanat, bilim siyasî iktidarlara tâbi olur. Bu ise işin doğasına aykırı! Lâkin devlet, tabii mecrada üretilip kabul gören ürünleri himaye eder, icrasına imkânlar sunar. Buna kimsenin itirazı yok!..
O hâlde problem ne? Bence en büyük problemlerden biri muhafazakâr zümrenin sivil ayağının ve sivil bilincinin zayıflığı! Siyaseten iktidar olmak için gerekli çoğunluğa sahipler ama nitelikli bir kültür-sanat üretecek-tüketecek bilince, bilgiye, birikime ve ‘sivil zümre’ye yeterince sahip değiller… İşte bu sebeple devletin imkânlarını kullanarak yaptıkları çoğu etkinlik ve ürettikleri sanat eserleri iz bırakmıyor; dahası yıllardır söylenegelen “kopulan kültür’le bağ kuramıyorlar. İkincisi ve daha önemlisi, Türk muhafazakârlığı kendini devletle özdeşleştiriyor, devletin doğal sahibi ve koruyucusu olarak görüyor. İyi de, bu onu kültürel, sanatsal, hatta bilimsel üretimde daima devletin çeşitli kuruluşlarından destek bekleyen, hatta bunu doğal bir hak olarak gören ‘memur’ pozisyonuna; tabir caizse ancak devletin/ siyasi iktidarların himayesinde, onların desteğiyle yaşamını sürdürebilen tâbi bir ‘beyin’e dönüştürüyor. Böyle bir ‘beyin’den entelektüel duruş, eleştiri, özgün fikir ve sanat eseri beklenemez!
Evet, bir ‘Türk modernleşmesi’ var; ama muhafazakârların tartışması gereken bir de “Türk muhafazakârlığı’ var!..