Kimi kez evde, kimi kez bir çınarın altında, kimi kez de ormanlarla çevrili bir gölün kenarında oturup okudum Bitik Adam’ı. Düşünüyorum da bir kaçış benimki; bilmek ve duymak istemediklerimden bir kaçış. Kitaplara bu nedenle kapanıyorum galiba. Kulaklarımı kitapların dünyasından gelen hayalî seslere, gözlerimi oradaki görüntülere dikerek hayatın saldırılarını bertaraf ediyorum. Dolayısıyla okumak ya da yazmak, bir unutuş bence, bir rüya hâli, bir uyku…
Baştan söyleyeyim, monoton ve oldukça ağır tempoda ilerleyen bir roman Bitik Adam. Kesintisiz bir monolog ve iç konuşma. Eser, Wertheimer adlı müzisyen bir arkadaşının intiharından ve cenaze töreninden sonra onun yaşadığı av evini ve yazdığı notları görmek için Wankham’a giden anlatıcının bir lokantada ve otelde kaldığı kısa süre içinde, 28 yıl önce aynı okulda müzik eğitimi aldıkları Glenn Gould ve Wertheimer’e dair kendi deyişiyle ‘denememsi’ (s. 78) düşünce ve yorumlarından oluşuyor. Anlatıcının biteviye süren monoloğu, sık sık tekrar edilen yorumları, ağır tempo ve karamsar hava doğal olarak sıkıyor okuru.
Bir macera romanı ya da bir aşk öyküsü değil Bitik Adam. Bence en dikkate değer yönü, anlatıcı-kahramanın gerek kendisine, gerek intihar eden arkadaşı Wertheimer’e, gerekse dahi bir piyanist olan Glenn Gould’a dair yaptığı gözlemler ve psikolojik analizler. Dolayısıyla 28 yıl önce Salzburg’da müzik eğitimi alan üç arkadaşı (Wertheimer, Glenn Gould ve anlatıcı-kahraman), onların birbirleriyle ilişkilerini, rekabetlerini, kişisel-ailevî sorunlarını, kıskançlıklarını, müzikteki başarılarını ya da başarısızlıklarını konu edinen bir roman bu. Kanaatimce eserin ana figürü, üç arkadaşın en güçsüzü ve “bitik adam”ı, aynı zamanda en bunalımlısı Wertheimer. Anlatıcı öykünün odağına onu koymuş; Wertheimer’i müzikte başarısız kılan ve intihara sürükleyen süreci irdeliyor. Buna göre iki arkadaşın piyanoyu bırakmalarının nedeni, Glenn Gould gibi iyi çalamayacaklarını fark etmeleridir. Bu, anlatıcıda bir sorun oluşturmamakla beraber Wertheimer, başarısızlığını kabul edemez ve bunalıma düşer. Çünkü her şeyini piyano virtüözlüğüne yatırmıştır. Bunalımın ilk nedeni budur. İkincisi ise, kız kardeşinin kendisini terk edip bir başkasıyla evlenmesidir. Wertheimer bunu da sindiremez ve sonunda kız kardeşinin yaşadığı yere gidip intihar eder. Hâsılı ailevî sorunları da olan mutsuz bir sanatkârdır o.
Romanın ikinci önemli figürü, öykünün hem anlatıcısı hem kahramanıdır. Wertheimer ve Glenn Gould’un yakın arkadaşı olan anlatıcı, müzik eğitimine anne ve babasına inat olsun diye başlamış (s. 17); ancak Glenn Gould kadar iyi çalamayacağını anlayınca piyanosunu bir öğretmen kızına hediye edip müziği bırakmış, bundan da bir pişmanlık duymamıştır. Çünkü en iyisi veya Glenn gibi olmanın değil, kendi olma peşindedir. Romanda güçlü gözlemleri ve karakter analizleriyle dikkati çeker. Sık sık kendisini, Glenn’i ve Wertheimer’i karşılaştırır.
Bitik Adam’ın en başarılı ve disiplinli kişisi Glenn’dir. Bir piyano virtüözü, gerçek bir dahi. Piyano çalmada usta. 51 yaşında beyin kanamasından ölüyor.
Roman, bu üç müzisyen figüre dair karşılaştırma ve analizlerle sürüp gidiyor. Tüm analizlerin sadece kahraman-anlatıcı tarafından; üstelik monolog biçiminde yapılması, romanın salt anlatıcının iç konuşmalarından ibaret olması bir tekdüzeliğe sebep oluyor. Bana göre Wertheimer’in bunalımı derinlemesine kavranamamış ve anlatılamamış. Daha incelmiş, felsefî bir dil ve insan ruhunu derinden kavramasını bekliyordum Thomas Bernhard’dan.
Romanı bitirdiğimde balkona bir gölge düştü. Bayramdı. Elimde öpücük izleri, sokakta çocuk gülüşleri... Kalktım! Allah’a şükretmeliydim.