Teleskopun gördüğü ve göremediği...

Alaattin Karaca

İsmet Özel, “Yıkılma Sakın” adlı şiirinde “yaşamak/ bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.” der. Kastettiği ve tercih etmediği, ona hiç de dokunaklı gelmeyen nasıl bir hayattır?.. Bu soruya bir nebze “sen o baygın sevgilerin adamı değilsin” dizesiyle cevap verir. Şaire dokunaklı gelmeyen o “baygın sevgiler”le kirlenmiş yaşamdır. Baygın sevgiler nedir? Sahte, aşksız olan, salyalı ilgi denebilir. “Esenlik Bildirisi”nde daha da açar o hiç heves etmediği, şiddetle eleştirdiği yaşama biçimini. Duyguların paketlenip satışa arz edildiği, gazetelerin dünya kelimesini esir aldığı bir hayattır karşı durduğu!.. “Amentü”de iyice netleşir ‘o dünya’… “Dilce susup/ bedence konuşulan…” bir dünyadır bahsettiği, “… dölyatağı borsalarla ağulanmış bir dünya…”

Byung Chul-Han, eserlerinde bugünün “ideal insanı”nı anlatmak için sık sık “performans öznesi” der. Bugünün insanı, yani performans öznesinin ana niteliği ve değeri, ne kadar ürettiğine bağlıdır. Ne kadar üretirse, zekaca ve bedence ne kadar üstün performans gösterirse o kadar değerlidir. Bu sebeple dış görünüşe büyük önem verir, dinç, bakımlı ve güçlü olmak/ kalmak için her şeyi dener, acıya tahammülü yoktur, ölümü aklından çıkarmıştır, hep ânda yaşar… Beğenilmek asıl hedeflerinden biridir, “like almak”, çok takipçiye sahip olmak, satmak, çok kazanmak için akla hayale sığmayacak, ruh sağlığını tarumar edecek her şeyi yapabilir…

Çok yakın bir ilgi yok gibi görünüyor ama, bütün bunları, okuduğumda beni çok etkileyen Behçet Necatigil’in “Yıldızlara Bakmak” (Bütün eserleri, YKY, 2013) adlı radyo oyunu münasebetiyle yazdım. Necatigil, bence bilge yönü olan bir şair, hayatın her göze görünmeyen ya da her gözün göremeyeceği ‘derunî’ tarafını görebiliyor. “Yıldızlara Bakmak” da bilge bir bakışın ürünü, felsefi bir metin.

Oyunun kişi kadrosunu üç kişi oluşturur. Birincisi, bir gece yarısı gaipten gelen “Yıldızlara baktın mııı?..” sesi üzerine telaşla bir at arabasına binip, yıldızları görmek için rasathaneye giden bir yolcu, ikincisi onu götüren arabacı, üçüncüsü de gözlemevi müdürü. Belli ki, gaipten gelen o ses ‘ölümün habercisi’dir, yolcuya dünyaya veda etmeden, geç kalmadan yıldızları görüp görmediğini sorar!.. Adam, hayatı boyunca yıldızları görmemiştir!.. Bilge gözlemevi müdürü şaşırır, soruları ve sözleriyle metnin ‘hikmet”le yüklü, örtük anlamını açar. İlk sorun “Yıldızlar rasathaneden görülmez” cümlesiyle tartışmaya açılır. Oysa yolcunun da dediği gibi hepimiz yıldızların en iyi rasathaneden teleskopla görülebileceğini sanırız. Doğru, ama, yıldızların rasathaneden görülemeyecek bilimsel bilgisi dışında bir başka yönü var demek ki! Necatigil, tam da bunu ifade etmeye çalışıyor: Doğanın akla hitap eden, sayılan ve ölçülen bilimsel bilgisi dışında, ruha hitap eden bir başka gerçekliği vardır. Yıldızlara hiç bakmayan ve teleskopla göreceğini sanan Yolcu, bazı yönlerden Byung Chul Han’ın ‘performans öznesi’ni andırır; çünkü hayatı boyunca sadece üretmek ya da tüketmekle meşgul olmuştur. Örneğin sokağın sadece “Bakkallarını, kasaplarını, çarşılarını, fırınlarını” (s. 736) görmüştür. Bugün tıp da genelde öyledir, insanı sadece bir ‘organlar küme’si olarak görür. “Yıldızlara Bakmak”a dönelim. Geriden bir kadın sesi: “Hayatım! Elko’nun vitrinindeki kumaşı gördün mü? Öyle hoş desenler k; çok da ucuz! Yarın gidelim de bir mantoluk alalım, olmaz mı?” (s. 737) İsmet Özel’in “Propaganda” şiirinde “Köleler!/ gözleri camekânlarda.” dediği insanlardır onlar. Necatigil’in “Çocukluğunda babasının eline”, biraz büyüyünce uzun süre annesinin eline, eli ekmek tutunca da hep önündeki ‘iş’ine, yanlış tartmasınlar, eksik vermesinler diye esnafın eline bakan zavallı “Yolcu”su!... Hayatı boyunca bunlara bakmaktan yıldızlara bakmaya ne vakti ne de hâli kalmıştır. Gözleri için doktorlara dahi gitmiştir, ama gözlemevi müdürü “Doktor işi değil bu!” der. O hâlde bilimin göremediği, bilimsel idrakin dışında bir başka algı/ görme daha var. Kanaatimce sanatkârın bakışı, algılama biçimi işte bu yönüyle bilim adamlarının bakışından ayrılıyor. Necatigil, işte bunu vurguluyor. Gözlemevi müdürü, yıldızların rasathaneden görülemeyeceğini söylerken buna işaret etmekte.

Metinde altı çizilmesi gereken bir gerçek daha var: Bir şey ya hiç bakılmadığı ya da çok bakıldığı için görülmez! Bir de her şey için bir görme/ bakma zamanı ve yeri vardır!.. Öyle der Gözlemevi müdürü:

“Her şeyin bir öğrenme zamanı var! Bazı şeyler gün doğarken öğrenilir, bazı şeyler de öğlen saatlerinde. Sonra her şeyin bir öğrenme yeri vardır.” (s. 735)

İnsan aldanır, çoğu kez geç kalır, tıpkı Yolcu gibi; gece bastırmış, bahçeye gitme zamanı geçmiş, çiçekler uykuya yatmışlardır… Geç kalmışsınızdır, geçtir…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.