Şüphesiz bu geçmişte de böyleydi. Örneğin matbaanın icadı ile hem okuma hem yazma oranında büyük bir patlama olduğu, yazarın ve eserlerin daha geniş kitlelere ulaştığı, tanındığı, bu durumun yazarı kamçıladığı ve eser sayısını artırdığı kesin. Kitapların elle çoğaltıldığı zamanlarda ise elbette sözlü kültür yaygındı, toplu okumalar vardı, biri el yazmasını okuyor veya ezberliyor, topluluğa naklediyordu. Dolayısıyla bireysel okuma ve algılamadan ziyade ‘toplu okuma’ ve ‘meşk meclisleri’ ağırlıktaydı.
Bu, edebiyatta olduğu gibi müzikte de böyle. Başlangıçta muganni ile dinleyici somut olarak yüz yüze iken şimdi radyo, teyp, tv, kaset ve cd’lerle müzik dinleme oranı, dinleme mekânları ve biçimleri değişti. Artık insanlar, yürürken, yatarken, tuvalette, ulaşım araçlarında dinleyip okuyorlar. Ama tedirgin, hızlı ve genelde yarım bir okuma-dinleme bu. İneceği durağı kaçırma tedirginliği içinde, dış dünya uyaranlarına karşı müteyakkız, sürekli dikkat dağılması hâlinde bir okuma-dinleme… Buna sebep olan başka araçlar da var. Örneğin facebook, twitter, skype, e-posta vb. Okurlar da yazarlar da sık sık saydığım araçlara bakıyor, Tim Parks’ın dediği gibi; “okurken daha çok ara veriyor, giderek daha sık durup tekrar başlıyoruz” (Ben Buradan Okuyorum, Metis Yay., 2019, s. 30). Teknoloji, okumak ve yazmak için gerekli ‘yalnızlık’ ve ‘sükûnet’ alanlarını işgal etmiş durumda.
Elbette bu, okuma veya müzik algısını, zevkini etkiliyor. Tıpkı basılı kitap yerine e-kitapların çıkması ve okuma algısını, mekânını, miktarını etkilediği gibi. Oysa geçmişte okuma biçimi daha başka. Meselâ Cemil Meriç, kütüphaneyi bir ‘mâbed’e, ‘ulular bezmi’ne, okuru da bu mabede veya ulular bezmine girmeye lâyık bir ‘mümin’e benzetirdi (Bu Ülke, İletişim Yay., 2017, s. 109). Şimdi ne mâbedi!.. Okumaya bir mabede girer gibi girmek mümkün mü?..
E-kitap dedim de benim gibi kâğıdın kokusunu, hışırtısını, kitabın ağırlığını ve hacmini hissetmeyi seven çoğu okur, eminim e-kitap okumaktan zevk alamıyordur. Nedense elimde enini, boyunu, ağırlığını hissettiğim bir kitapla kurduğum zihinsel ve ruhsal bağı, dijital dünyada arz-ı endam eden -üstelik kâğıdın hışırtısını bile şûhâne taklit ediyor- parlak yüzlü e-kitaplarla kuramıyorum. Ama e-kitaplar ânında, Enderunlu Vâsıf’ın “o gül-endam”ları gibi “bir al şâle” bürünüp okunmaya âmâde olarak karşımıza çıkmıyor mu? Çıkıyor! Sonra kâğıt tüketmiyor, o gül-endamların şekillerini, yazı karakterlerini zevkimize göre değiştirebiliyoruz. Lâkin gönlüm o sanal peri-sûretlerin peşinde yürüyemiyor. Çünkü ben o donuk e-kitapla mülâki olmaktansa, bir âşığın sevgilisine duyduğu derin hasretle beklemeyi ve basılı kitaba vuslatı yeğlerim. Sonra cümlelerin altını çizmek, sayfa kenarlarına not düşmek, arada bir geriye bakıp kaç sayfa okuduğumu veya kaç sayfa kaldığını görmek haz veriyor bana. Hâsılı odaklanamıyorum e-kitaplara…
Sonra ne mi olur? Sanırım genç kuşakları bütün şuhluğuyla, türlü renklere bürünerek cezbeder e-kitaplar. Ama size bir şey söyleyeyim mi Cemil Meriç “Okumak, iki ruh arasında âşıkâne bir mülâkattır.” (Bu Ülke, s. 113) der ya, ben de aynı düşüncedeyim. Basılı kitapla okur arasındaki âşıkâne mahremiyeti ve samimî sohbeti e-kitaplarda bulabileceğimizi sanmıyorum.
Tim Parks, e-kitapları “yetişkinler için bir mecra” olarak görüyormuş (Ben Buradan Okuyorum, s. 28)! Görsün. Ben, bütün endamı, boyu bosuyla yekpâre görmek isterim kitabı, donuk ekran güzellerini neyleyim!.. Lâkin şu cep telefonu yok mu? Bir sürü pencere, her pencerede bir sanal âlem!..