Cins ve sıkı bir şairdir Kavafis. Kimi şiirlerinde hayatın uçlarına gitmiş bir şairin yaşantılarından ve tarihten devşirdiği bilgece dizeler vardır. Eserinde Yunan, Roma ve Bizans tarihi ile bilgeliği harmanlıyor, Hellen dünyasını yeniden yorumluyor, orada şiirine hem kültürel hem bilge bir kök buluyor. Tüm insanlık; hazları, kurnazlığı, gafleti, hırsları, çatışmaları ve yıkılışlarıyla tarihtedir çünkü. Böylece tarih, şairin beni, hedonist duyguları ve bilge tavrı birbirine karışıp, epik, lirik ve hikemî ‘bir şiir’ çıkıyor ortaya. Örneğin “Teodotus”ta; “Seçkinler sınıfından biriysen eğer/ dikkat et sana egemenlik sağlayan şeylere/ (…) Ve rahatlayıp gevşeme sakın” dizelerinde ya da “Mart’ın İdus’u”nda; “Yüceliklerden kork, ey ruhum/ ve yenemiyorsan tutkularını eğer/ kuşkuyla ve sakınarak izle onları./ Ve ne kadar ilerde yürürsen/ o kadar ve dikkatli davran.” (“Bütün Şiirleri”, Çev. Herkül Milas, Özdemir İnce) derken Sezar’a seslense de, aslında tüm hükümdarlara öğüt verir. İnsan hırslıdır, yükselmek ister… Ama bu, bir risk de taşır. Öyle diyor Kavafis; “ünlü bir insan kalıbına girdiğin zaman/ işte asıl o zaman dikkatli ol”. Kendini kalabalıklara, alkışlara, diz çöküp selamlayanlara kaptıran, uyaran seslere kulak vermediği için tehlikeden haberdar olamayan tüm Sezarlara verilmiş bir öğüttür bu!..
Bilge demiştim ya!. Sanki Yunan-Roma sitelerinde dolaşıp olay ve yazıtları kaydeden çağdaş ve bilge bir vakanüvistir Kavafis. “Bilgeler İse Yaklaşanları”nda şöyle der:
“Yalnızca olan şeyleri bilir insanlar.
Geleceği tüm ışıkların sahipleri bilir
O yalnız ve mutlak olan Tanrılar
Bilgeler de sezerler olacakları”
“Yaklaşan olayların gizli uğultusu” bilgelerin kulaklarına ulaşır da, sıradan insanlar “hiçbir şey duymaz sokakta.” Ama şairler başka! Çünkü “daha keskindir şairin bakışı” (“Baudelaire’e Göre İlişki”). Sonra “İtaki”!.. İnsanın; sürekli arayan insanın bulmak için yola düşüşünü, yolculuğun zor; ama kazandırdığı bilgi ve tecrübelerin büyük olduğunu dile getiren muhteşem bir ‘yol’ şiiridir. Onda İsmet Özel’in “Mataramda Tuzlu Su” şiirindeki tadı bulurum.
Gizli ve kapalı bir dili vardır; “engeller vardı, beni durduran/Ne zaman konuşmaya başlasam” (“Gizli”) dizelerinde ifade eder bunu. Engeller, “Şiirimin yönelimleri belirginleşiyordu/ (…) gençliğimin uygunsuz yaşamında” dediği üzere “uygunsuz yaşam” ya da “adlarını anmayı bile/ ayıp saydıkları gizli odalara” girmesi olabilir mi? Ama şurası bir gerçek: Hedonisttir, eşcinsel eğilimleri vardır. Ece Ayhan, teyzesinin oğluyla İstanbul’da duygusal bir ilişki yaşadığını, hamamlarda külhanî ayinlerine katıldığını söylüyor (“Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi”, s. 63-65).
Şiirinin başkenti İskenderiye; ama İstanbul da var az da olsa. Meselâ “Yeniköy”, “Doğanın hep gülümsediği bir köy görürsen, yabancı/ çınarların arasında güller gibi güzel kızların/ saklı olduğu bir köy görürsen dur orada/ yabancı, artık Yeniköy’desin” dizelerine yansır. Bir de “Tarabya’dan Ayrılırken”. “Hoşça kal Tarabya, hoşça kalın otelin zevkleri” diye anar bu semti, sonra “Ama karşı taraftaki Kadıköy’ü/ Gene de selâmlamalıyım…” diyerek Kadıköy’e selam vermeyi ihmal etmez. Çünkü 1882’de ailece İstanbul’a gelmiş, önce Tarabya’da, ardından da annesinin akrabası kuyumcu Fotiadis’in Yeniköy’deki villasında oturmuşlardır. Evet annesi Harikliya Fenerli Rumlardandır.
Bir yazısında; “İyi bir terzinin diktiği giysi, kusursuz biçimde yalnızca bir kişiye uyar (…) Ben de böyleyim işte (…) Herkese göre değildir benim şiirlerim…” der (“Sanat Her Zaman Yalan Söylemez mi?”, s. 17). Öyledir, has şiirdir, herkese göre değildir Kavafis’in şiirleri…