Büyüyen Ay Yayınevi nitelikli kitaplar basıyor. Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin Yirminci Asırda Âlem-i İslâm ve Avrupa Siyaseti adlı eseriyle Batınîler İblis Behmen adlı romanını basmış. Aldım, sırayla okuyorum. II. Meşrutiyet devrinin aydınlarından biridir Şehbenderzâde. Cemil Meriç, Kültürden İrfan’a adlı eserinde –Dozy’nin Tarih-i İslâmiyet’ine cevaben yazdığı İslâm Tarihi adlı kitabı vesilesiyle- bahseder ondan. Çağının düşüncesini iyi tanıyan, devrinin aydınlarının tereddütlerini, şüphelerini, dillerini iyi bilen, Arapça, Farsça ve Fransızca’ya vâkıf, hayatı araştırmayla geçmiş, Baha Tevfik’e, Celâl Nuri’ye yüklenmiş, “Efganî’ler, Abduh’lar, Âkif’ler zincirinin bir halkası[ydı]…” diyor, onun için. Ve ekliyor; “Yaman bir polemikçi.”
Herhâlde Cemil Meriç’in bu sözleri Şehbenderzâde’nin önemli bir aydın olduğunu anlatmaya kâfidir! Gelelim asıl konuya… Geçenlerde Filibeli’nin Yirminci Asırda Âlem-i İslâm ve Avrupa Siyaseti adlı eserini okurken, “Vahhabî Mezhebi ve Protestanlığın Son Şekilleriyle Mukayese” başlıklı yazısı da -Cenap Şehabettin’in Şiîlikle ilgili görüşlerinden sonra- dikkatimi çekti tabiatıyla. Bugün, o yazıdan bahsedeyim…
Eserde İngilizlerin İslâm âleminde yürüttüğü “mezhep çatışması” siyasetine özellikle değinmiş Filibeli. Diyor ki; “İngiltere’nin en büyük mahareti din ve mezhep ihtilâflarından istifade hususunda görülür.” İşte bu bağlamda İngilizlerin Vahhabîliğe destek verdiklerini; “bu mezhebi şiddetle terviç” ettiklerini, “bu mezhep sâliklerinin Mısır ve Hint’te çoğalmasına çalış[tıklarını]…” söylüyor. Peki neden?
Çünkü Vahhabîlerin “ıslahât ve bidatları” yasaklama adına ileri sürdüğü düşünceler, İslâm’ı tahrip edebilecek en büyük tehlikelerdendir. Onlara göre dinî sanatlar, şiir, mimarî, mûsikî vb. bidattır! Bu bağlamda, mescitlerin süslü ve yüksek olmasına karşı çıkarlar. Nitekim geçmişte Mekke, Medine ve Kerbelâ’da birçok mezar, türbe ve dinî âbideyi yıktılar. Osmanlı’daki Kadızadeliler hareketi de bu düşüncelerin ürünüydü. Şehbenderzâde, Müslümanları sanatsal güzelliklerden yoksun bırakan bu görüşleri asla kabul etmez; Ravza-i Mutahhara, Kâbe ve büyük camilerdeki süslemelerin ve ihtişamın Müslümanlarda dinî duygu ve sevgiyi besleyip güçlendiren ruhî bir gıda olduğunu söyler. Vahhabîlerin İslâm’ın ilk devrini muhafaza iddiasıyla yenilikleri reddetmesine de, Müslümanları terakkîden yoksun bırakacağı için karşı çıkar. Vahhabîliğin bu görüşüne ben de Namık Kemal’den öğrendiğim bir fıkhî kaideyle cevap vereyim: “Kad tetegayyere’l-ahkâm bi-tebeddüli’l-ezmân” (Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir). Dolayısıyla İslâm bir tekâmül ve terakkî dinidir, “dinde öze dönüş” iddiasıyla Müslümanları terakkîden menetmek İslâm’a aykırıdır…
Şehbenderzâde’ye göre Vahhabîlerin tarikatlara karşı çıkmaları da, İngiliz ve Fransızların işine yaramıştır; çünkü Afrika ve Hindistan’da İslâmî metanet, daha çok tarikatlarla muhafaza edilmiştir. Sünusîlerin bu yolda, özellikle Afrika’daki hizmetleri meydandadır…
Kısaca, Filibeli’ye göre İngilizler işte bunlardan dolayı Vahhabîleri destekliyor, “Hint ve Mısır’da yayılmasını” istiyorlar.
O zamandan bugüne pek bir şey değişmedi maalesef! İslâm dünyasındaki çatışmaların ve geri kalmışlığın sebeplerinden biri, işte bu hurafe ve tefrikalardır! Daeş de Haşdi Şabi de bunların ürünü!..
Hâsılı, Müslümanlar, işi kurtarıcılara havale etmek yerine, akletseler ve araştırıp okusalardı, bu hurafelere kanmaz ve yabancı güçlerin âleti olmazlardı!
Unutmadan, Osmanlı’nın ‘münevver’i bugünün ‘aydın’ından güçlüdür; ister şair Cenap olsun, ister Filibeli!