Bizde Suriye’yi en çok anlatan yazar kimdir, diye sorsalar, hemen Refik Halid derim! Ama ondan önce meselâ, Cenap Şehabettin’in 1918’de “Sabah” ve “Zaman” gazetelerinde yayımlanan, sonra Seda Özbek tarafından kitap olarak bastırılan (2016) “Suriye Mektupları”nı zikrederim. Buna bir de Burhan Cahit Morkaya’nın, I. Dünya Savaşı’nda Arap aşiretlerinin isyanını ve Suriye’yi terk edişimizi anlatan “Yüzbaşı Celal” (1933) adlı romanıyla Falih Rıfkı’nın “Zeytindağı”, “Ateş ve Güneş” adlı eserlerini ekleyelim!..
Ama Refik Halid müstesna!.. Çünkü Millî Mücadele aleyhine yazdıkları sebebiyle cezalandırılacağından korkup, 1922’de yurdu terk ettikten sonra, tam 16 yıl Beyrut, Cünye ve Halep’te yaşadı. O yıllarda Halep’te 2 Türkçe gazete çıkıyordu; “Doğruyol” ve “Vahdet”. “Doğruyol”u, 150’liklerden Celâl Kadri ve akrabası Hasan Kadri, “Vahdet”i ise Nuri Genç çıkardı. “Vahdet”te Cemil Meriç’in tanıdığı Tarık Mümtaz (Göztepe) ile Antakya Sultanîsi’nde hocası Ali İlmi Fanî (Bilgili) de yazdı. Karay da bu gazetelerin yazar kadrosundaydı. Meriç, o yıllarda bir de Şam’da “Musavver Sahra” adlı Türkçe dergi çıktığını, ayrıca Kuneytire’de yarı Türkçe bir gazete yayımlandığını söyler (Jurnal, 2, s. 255).
***
Bunları niye yazıyorum?.. 1920-30 yılları arasında, Suriye ile kültürel münasebetlerimizin ne derecede olduğunu göstermek ve bugün “Suriye ile bizim ne alâkamız var?” diyenlerin dikkatlerine sunmak için! Buradan “hamasî” bir anlam çıkarılmasın, benimki sadece bu coğrafya ile olan “kültürel bağlarımız” hakkında bir nebze bilgi vermek ve bundan 80-90 yıl öncesine kadar Türkçe gazete ve dergilerin çıktığı bu coğrafyadan “kültürel” anlamda ne derece koptuğumuza dikkat çekmek!..
Neyse, asıl konuya dönelim. Karay’ın Suriye ile ilgili en önemli yazıları, bence “Sulhte Cimri Harpte Müsrif” adlı kitabın “Ortadoğu Siyaseti” (s. 294-399) başlıklı bölümünde bulunanlardır. Kitaptaki, özellikle “Manda Altındaki Suriye, 1,2,3,4” başlıklı yazıları, Suriye’nin 1918 sonrası politik durumunu, etnik ve dinî yapısını, Fransız mandası sırasında yaşanan olayları; hatta bugünkü çatışmaları kavramak isteyenler, mutlaka okumalı. Yine Karay’ın “Yezid’in Kızı”nda, Suriye’nin I. Dünya Savaşı sonrasında Türk düşmanlarının; meselâ Hoybun Cemiyeti’nin, Arap milliyetçilerinin, “Ermeni ve Kürd istiklâlini tasarlıyan komiteler[in]…” (s. 16) âdeta bir merkezi hâline geldiğine işaret etmesi, bugün de dikkate alınmalı… Bu romanda, şimdi Daeş tarafından bombalanan Tedmür (Palmira) harabelerine, güneşe tapanlara; özellikle Yezidîlere dair verilen bilgiler, bölgenin etnik/dinî yapısını anlamak bakımından önemlidir. Çünkü Karay’ın “İçinden Çıkılmayan Mesele” başlıklı yazısında da belirttiği üzere Suriye’de, adı Arapça olan, “Esselâmü aleyküm” diye selâm veren, ama farklı din, mezhep ve etnisitiye mensup birçok insan yaşamaktadır ve ilk bakışta bu insanları birbirinden ayırt etmek oldukça zordur. Bu bağlamda yazarın; “Suriye’de –kadına veya boğaya tapanlar gibi gizli ve acayip itikattakiler bir yana dursun- resmen tanınmış tam 30 adet din ve mezhep mevcuttur. Ben, on yedi senede işin içinden çıkamadım; affa uğrayıp kurtuldum.” (s. 326) cümlesi, bugünkü durumu da açıklıyor!..
***
Bu vesileyle Karay’ın “Bayır-Bucak’a Dair” (s. 354) başlıklı yazısındaki; Bayır-Bucak ve civarında “Türk’ten başka tek ferde, eski tâbirle “’ferd-i âferîde’ye rastlayamazsınız.” (s. 354) cümlesinin de altını çizdim…
Hâsılı, dış politika için de edebiyat lâzım! Ömrünün 16 yılını oralarda geçirmiş bir yazarın notları, “Gurbet Hikâyeleri”, “Yezidin Kızı”, “Sürgün” ve “Bir İçim Su” gibi eserleri, Suriye’ye dair önemli kaynaklardır…
18 Temmuz, onun ölüm yıldönümüydü. Türkçe’nin “Aydede”sini rahmetle anıyorum…