Gerek dinî-etnik yapısı, gerek hâlihazırdaki durumu sebebiyle Suriye tam bir muamma! Allah kolaylık versin!.. Gündem Suriye olunca, edebiyatta akla gelecek ilk isimlerden biri Refik Halid’dir. Çünkü 16 yıl (1922-1938) orada yaşadı; bu coğrafyayı iyi biliyor. Nitekim “Yezid’in Kızı”, “Çete”, “Sürgün”, “Yeraltında Dünya Var”, “Dişi Örümcek” adlı romanlarında ve “Gurbet Hikâyeleri”nde hep oraları anlatmış; bunlarla kalmamış, “Manda Altındaki Suriye” (Sulhte Cimri Harpte Müsrif, s. 294-328) başlıklı yazısında, Suriye’nin 1922-1938 yılları arasındaki dönemine dair ayrıntılı bilgiler vermiştir.
Kanaatimce bu bölgede asıl kıyamet, I. Dünya Savaşı’nda koptu! Sonrası malûm!.. Suriye’nin bu duruma düşmesinde 1922’den İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar ülkeyi idare eden Fransız mandasının payı büyüktür. Karay’ın şahitliğini ve fikirlerini önemsiyorum, onun için bazı tespitlerini sizlerle paylaşmak istedim.
***
“Kronoloji aptalların tarihi” der Cemil Meriç, ama bir çerçeve çizmemiz lâzım. Fransız ordusu, bölgeye 6 Ekim 1918’de geldi. Halep, İngilizlerce, 26 Ekim 1918’de işgal edildi. Başlangıçta Şam, Hama ve Humus, Emir Faysal’ın idaresine bırakıldı; ama bu, 3 ay sürdü. Fransızlar, 25 Temmuz 1920’de Şam’ı alarak bölgeye yerleşti. Nihayet, Birleşmiş Milletlerin 24 Temmuz 1922 tarihli kararıyla Suriye’de ‘manda dönemi’ başladı…
Suriye’yi o dönemde, merkezi Beyrut’ta olan, otoriter bir hükümdarın yetkilerine sahip, maiyetinde binlerce kişi çalışan ho-komiserler yönetti. Bir Fransız yazar, manda idaresini Osmanlıyla karşılaştırmış; “Osmanlı Devleti zamanında bu arazi -1914 senesi istatistiğine nazaran- sadece 350 memurla idare edilirdi. Şimdi 4000 kişi ile.” diyor. (Sulhte Cimri Harpte Müsrif, s. 318). İbret verici! Bir de, “devlet reisinden nahiye müdürüne ve orman bekçisine kadar manda âmirlerinin arzusu haricinde en ufak bir iş.” (s. 318) yapamayan yerli idareciler var tabii ki...
Karay’a göre Suriye’de açılan ilk yara, Fransızların ülkeyi dinî ve etnik farklılıklara göre bölmesidir. Nitekim “Yezid’in Kızı”nda, “Lübnan, Suriye zararına büyütül[dü]; Aleviler ve Dürzîler için ayrı birer hükümet kurul[du]. Fakat bu hükûmet cüceleri, Beyrut’taki yüce komiserin (…) kayıtsız şartsız nüfuzu altında[ydı]…” (s. 11-12) der. Sonrası tam bir kaos!..
Unutmadan, Fransa’da sicili bozuk ne kadar asker varsa, Suriye’ye gönderilmiş. Bir de istihbarat zabitleri var! Hepsi derebeyi, “senyör ve şövalye”… Meselâ zabitin kedisi kaybolmuş, tavuğu çalınmış, hemen halka binlerce frank ceza ve tabii rüşvet!.. Karay’dan ilginç bir not daha: Suriye’deki Osmanlı altın stokunun “Amerika’daki Fransız müstemlekesi Martinik adasın[a]…” (s. 321) götürüldüğünü yazıyor.
Fransız memurların eşleri de ayrı bir âlem! Bunların çoğu, tahammülü güç şımarıklık ve küstahlıklarla halkta nefret uyandırmış, “Büsbütün âdi seviyeden, vesikalılar, metresler bile araya katılmış, iş büsbütün çığırından çıkmış...” (s. 323)
Ve en önemlisi… II. Dünya Savaşı yıllarında Suriye’de “yerli asker” diye anılan kıtalarda, “aslen Suriye ekseriyetine mensup tek fert, tek Müslüman, hatta Hıristiyan Arap yoktur. Müstemleke ordusunda çalışanların çoğu, buraya birinci umumî harpten sonra iltica etmiş, yerleştirilmiş muhtelif ırklara mensup yabancılardır.” (s. 327)
***
Hâsılı; bugünkü Suriye, büyük ölçüde, Fransızların “mercenaire” (paralı asker) dedikleri o “köksüz sömürge uşakları”nın ve Fransız mandasının eseridir!
Peki netice hocam?.. Netice; “Evveli Şam ahiri Şam” evlât! Var mı daha ötesi?..
(Not: Bu deyim, Karay’ın “Hülle”, Ömer Seyfettin’in “Külah” ve “Primo Türk Çocuğu” adlı hikâyelerinde geçer.)