İç savaş çıktığından beri Suriye, Türkiye için de bir problem hâline geldi. Ama biz bu ülkeye dair fazla bir bilgiye sahip değiliz. Elimizde birinci elden tanıklıklara dayanan kaynaklar az. Oysa problemi anlamak için Suriye’nin tarihine, siyasi ve sosyal yapısına dair bilgilere ihtiyaç var.
Kanaatimce, 1922-1938 arasında o coğrafyada sürgün hayatı yaşamış, Lübnan’ı ve Suriye’yi çok iyi bilen Refik Halid’in yazdıkları bu konuda önemli bir kaynak. Bu dairede “Sulhte Cimri Harpte Müsrif” (İnkılâp Kitabevi, 2017) adlı kitabında, I. Dünya Savaşı sonrasındaki manda dönemi Suriye’sine dair yazdıkları, yazarın tanıklıklarına dayanması, Suriye’nin kültürüne ve demografik yapısına dair bilgiler içermesi itibarıyla önemli.
Karay’ın verdiği bilgilere göre Suriye, dini ve etnik olarak çok parçalı bir yapıya sahip. Türk, Arap, Kürt, Rum, Ermeni, Müslüman, Hristiyan, Şafii, Sünni, Alevi, İsmailî, Dürzi, Yezidi, Protestan, Katolik, Marunî, Süryani, Nasturi, Melkit, Keldani gibi bir sürü topluluk… Öyle ki, kadına, boğaya tapan gizli ve garip inançlar hariç o dönemde ülkede “resmen tanınmış 30 tane din ve mezhep” bulunmakta (s. 326). Böyle bir ülkeyi yönetmek elbette kolay değil! Karay, “Ben, on yedi senede işin içinden çıkamadım” (s. 326) diyor ki, gerçekten zor!..
İkincisi, herhalde bu çoklu yapı Suriye’yi bir millet yapamadığı için ülke, I. Dünya Savaşından sonra bir sürü el değiştirdi. Karay, buna da işaret ediyor, diyor ki:
“…yalnız son yıllara göz atınca bu ülkenin sırası ile kısa zamanda beş efendiye hizmetkâr olduğunu hayretle görürüz. İki dünya harbi içinde ve arasında Suriye, Türklerden İngilizlere, İngilizlerden Haşimilere, sonra Fransızlara, biraz Almanlara, yeniden İngilizlere, arkasından Mısırlılara, şimdi de Moskoflara hizmette kusur etmemiştir. (…) Ayrıca yabancı efendilere ilâveten yerli diktatör efendilerin kaprislerine uymaktan, dediklerini yapmaktan geri kalmadığı da malum” (s. 373)
Bu el değiştirmeler ve her gelenin hem sınırlarda hem demografik yapıda yaptığı değişiklikler, zulümleri, Suriye’yi sürekli kaosa sürükledi; hatta günümüzde yaşanan çatışmaların kökünde de kanaatimce I. Dünya Savaşı sonrası bölgeye yerleşen İngiliz ve Fransızların büyük payı var.
Yazarın verdiği bilgilere göre Fransızlar Suriye’ye 1918’de girdi ve sonra sırasıyla General Gouraud, Weygand, Sarail, de Jouvenel, Ponsot, Comte de Martel gibi çoğu asker, bir kısmı sivil yönetici tarafından idare edildi. Manda yönetiminin bu coğrafyada yaptıkları ilk müdahale, coğrafi sınırları ve demografik yapıyı bozmaktı. Bu, Suriye’deki dini ve etnik anlaşmazlıkları daha da derinleştirdi. Örneğin General Gouraud, Müslüman çoğunluğun yaşadığı Suriye’ye bağlı dört kazayı Lübnan’a kattı, nüfusça Müslümanların çoğunlukta olduğu bu kazalarda ahalinin başına Hristiyan kaymakamlar atadı, ülkeyi doğal limanı olan Trablus’tan mahrum bıraktı ve Kilikya’daki Hristiyan unsurları Suriye ve Lübnan’a yerleştirip onlara imtiyazlar tanıdı. Bunlar da yetmedi, Suriye’yi idari olarak Şam, Halep, Aleviyyin, Büyük Lübnan olarak önce dörde, sonra Cebelidürüz, İskenderun Sancağını da katarak altıya böldü. General Weygand ise Aleviyyin adıyla ayrı bir devlet kurdu (s. 310).
Yaptıkları bunlarla kalmıyor… Merkezi Beyrut’ta bulunan ho-komiserlikte büyük bir idari teşkilat kuruyorlar. Yüzlerce memur… Bir Fransız yazarın belirttiğine göre Osmanlı 1914’te Suriye’yi 350 memurla idare ederken, Fransa 1918’den sonra 4000 kişiyle idare ediyor. Ülkede Fransızların izni olmadan kuş dahi uçamıyor. Kaza ve nahiyelerde istihbarat subaylarının hükmü geçiyor. Bunların hepsi zalim, derebeyi, geçeceği yollarda kral gibi karşılanmak derecesinde çılgınlıklar yapıyor, halka büyük miktarda nakdi cezalar kesiyor, antika eşya topluyor, rüşvetin haddi hesabı yok! Fransa’da ne kadar başıbozuk, serseri asker varsa buraya gönderilmiş. Çoğunun hanımları da böyle! Eğitimsiz, hatta sokak kadını, görgüsüz bir güruh.
Fransızlar tam 22 yıl Suriye halkını inim inim inletmiş, iliklerine kadar sömürmüş, dini ve etnik farklılıkları körüklemiş, ülkede bu süre içinde “bir tek sene sükûn, huzur içinde geçmemiştir...” (s. 323)
Bugünkü Suriye işte o manda yönetiminin bıraktığı kanlı bir mirastır.