Mevlânâ Celaleddin-i Rumi, bir rubaisinde;
“Canında bir başka can var, ara o canı
Dağ gibi olan vücudunda bir inci var, ara o madeni
Hak yolunun yolcusu olan o gerçek sûfiyi ararsan,
Onu sen dışarıda değil, kendinde ara” der.
Bu mısralardaki ‘kendinde ara’ ifadesine takılıp kaldım. Aramak, insanın yaratıldığından beri bitmeyen çabası… Yahya Kemal “Mehlikâ Sultan” adlı şiirinde bence insanın bu ezelî/ ebedî arayışını anlatır.
Mehlikâ Sultan, şiirde aranan’ı, bilinmek ve bulunmak isteneni, ona âşık yedi genç ise ‘arayan insanları’ simgeler. İnsan gerçek’e âşıktır. Elbette gerçek/ hakikat görecelidir, ama her insanın ulaşmak istediği bir ‘ora’, bir hedef, bir menzil var sonuçta. O ‘ora’, o soru, aklımıza ya da gönlümüze çengel attığında -ki akıl ve gönül zaten bu çengele yapısı gereği âmâdedir-, Yahya Kemal’in deyişiyle o “dünya güzeli” / “muamma güzeli” rüyalarımıza girdikten sonra yollara düşeriz. Bir emel gurbetidir bu! Çünkü emel orada’dır, biz burada… Var mı bunun sonu? Bence yok! Her bilgi, her keşif, bizi sonsuza değin sürecek bir bilinmez’e sürükler. Onun için Yahya Kemal haklıdır: “Bu emel gurbetinin yoktur ucu/ Daima yollar uzar, kalb üzülür/ Ömrü oldukça yürür her yolcu/ Varmadan menzile bir yerde ölür”… Bir kuyudur evren.
Hakikat bize ancak aks’ini gösterir bu kuyuda, imge hakikatin gölgesidir. Su, bir aynadır, hakikatin aksi’nin düştüğü ayna! Şiirde söylendiği gibi “Aynada gizli bir cihan” saklıdır. Evren, sonsuz, derin, karanlık ve çıkrığı olmayan kuyu, Tanrı’nın bilinmek için yarattığı akisler âlemi, bilginin/ bilimin nesnesi, onu Sevgili’ye/ gerçek’e götürecek işaretler deposu. İnsan da o “viran kuyu”da sevgilinin/ gerçeğin aks’ini gören yolcu.
Soru bitmez, her cevap bizi başka soruya götürür… Bir şarkıda denildiği gibi artık heves kuşu/ murg-ı heves “Âşiyân-ı sinede pervâz” etmekte, gönüldeki yuvada uçup durmaktadır. Bu, insandaki bilme, bulma aşkına karşılık gelir. Heves kuşu o aşkla bir gül dalına konar, bilmenin/ bilginin aşkına duçar olur, o aşkla kendini bilginin karanlık kuyusuna atar, tıpkı Mehlika Sultan’a âşık yedi genç gibi. Ve feryat!.. Şarkıdaki gibi: “Âşiyân-ı sinede pervâz edip murg-ı heves/ Kondu bir gül dalına mest oldu buy-ı goncadan/ Başladı feryâd-ı dilsûza o murg-i bî-nefes”…
Bütün insanların varoluşsal feryadıdır bu! Şarkıdaki bûy-ı gonca’yı (goncanın kokusu) duyunca aklıma Patrick Süskind’in “Koku” adlı romanı geldi. O romanda da ‘koku’, aranandır, ulaşılmak istenen, Yahya Kemal’deki Mehlikâ Sultan, Süskind’de koku olmuştur. Roman kahramanı Grenouille, arayan’dır. Şarkıdaki heves kuşu gibi bir gün âdeta bir gül dalına konmuş, koku’ya âşina olmuştur, sonra deli gibi kokuların peşine düşer, feryad-ı dilsûza, gönül yakan bir feryada başlar, o da düşmüştür emel gurbetine… Gurbet, hasret ve hikmet. Bu yoldan, bu üç burçtan geçecektir, zordur. Ama kutsal mesafe: Bilme ve bulma mesafesi, gerekli ıstırap, emek, çaba, mücadele, sabır… Tîz reftar olanın pâyına dâmen dolaşır. Lâkin herkesin payına düşen mesafe farklıdır, gücüne, idrakine, zekâsına göre.
Jean-Baptiste Grenouille arar, arar… Aradığı, zatının, kendinin kokusu, bilgisidir aslında…
Mataramda Tuzlu Su”, “İthaka”, “Mantıku’t-Tayr”, “Hüsn ü Aşk”, “Koku”, hepsi insanın bu ezelî ve ebedî ‘arayış yolculuğu’nu, o ‘kutsal mesafe’yi anlatır. Ve hepsinde insan sonunda yine kendine döner. Tıpkı Mevlânâ’nın dediği gibi “Onu sen dışarıda değil kendinde ara”… Bilgi aslında noktadadır, kendinde. Yol bilgiyi çoğaltır, zenginleştirir. Noktadan doğar ama sonra yine noktaya, zatına, kendine döner. İşte orası bilginin hikmet burcudur. Bu burca ulaşmak için gurbetten ve hasretten -bilgelik mesafesinden- geçmek gerekir.
Sanat, değişik formlarda işte bize bu ‘mesafe’nin, bu yolculuğun hikâyesini anlatıyor…