Oysa hayat hareket hâlindedir ve değişir. Ama insan aldanmaya görsün bir kere! Başta yadırgadığı, istemediği yere ve şeylere alışır zamanla, bir merak, bir hayal büyüler onu, kuşatır, çiviler ve tutsak eder kendine.
Gizemli bir çöldür burası, tıpkı Yahya Kemal’in “Mehlika Sultan” şiirindeki âşık yedi gencin bir güzelin aks’ine tutulup kaybolduğu kuyu gibi. “Tatar Çölü”nün kahramanı Giovanni Drogo’nun atandığı Bastiani Kalesi de onun kuyusu işte. Başlangıçta yadırgar, hemen gitmek ister oradan. Ama zamanla… Yola, çöle düşmüştür bir kere. Sanır ki sonsuzdur, hiç bitmeyecektir, ileride onu bekleyen şeyler vardır. Yürür! Lâkin emel gurbeti hiç bitmez, içinden bir ses der ki; “Yürü biraz daha, aradığın şu tepenin ardında!” Yürür! Yol hiç bitmeyecek, ama günler kısalacaktır.
Sonra bir gün, belki de içgüdüsel olarak geriye baktığında, ardındaki kapıları kapanmış görür, dönüş imkânsızdır, vakit çok geçtir, üstelik bir kalabalık onu izlemektedir…
Bekleyiş, aldanışa açılan kapı. Bu kapıdan girdiğinde unutursun hamleyi, üstelik gamsız bir rehavetle içindeki kaleye -herkesin bir Bastiani Kalesi vardır-, sana sorulmadan sunulan hayat sedirine oturur, alışırsın. Başta yadırgarsın belki, ama sonra duvarlar örersin sağlam ve yüksek. Bekleyiş, kendine yaptığın yalancı saray: Aldanış evi!..
Kabul ediş salonu. İlkin seni cezbeden, gözünün önünde, uçsuz bucaksız uzanan o meçhul çöldür. Kuyu, ay yüzlünün aksiyle nasıl büyülemiş, gizemiyle kendine çekmişse yedi âşığı, işte bu hâl ile Drogo; “kuzeye bir gözatabilir, duvarların ötesinde ne olduğuna bir bakabilir miyim?” (s. 27) deyip merakla baktığında, tuzağına düşer çölün. Çünkü çöl Medusa gibidir, kendine bakanı taşa çevirir, toprağa çiviler. Zavallı Drogo, Perseus kadar akıllı değil!.. Bakmıştır bir kere, doktor rapor yazsa da boşuna; “artık gidemem.” der. Gidemez, alışmıştır çünkü!..
Bekleyiş!.. İnsanı yerine çivileyen bahane. Kendini, yerini muhkem kılabilmek için daima bir ‘beklenen’e tutunmak ister insan. Kanıksamanın uydurulmuş gerekçesidir o. Tıpkı Kavafis’in “Barbarları Beklerken”deki Yunanlılar gibi, “Tatar Çölü”nün genç teğmeni Giovanni Drogo da – diğer askerler de (s. 52)- Kuzey’den gelecek düşmanları bekler, heyecanla ve yıllarca…
Bekleyiş, çölde bir serap, zamanı öğüten umut, insanı hamleden alıkoyan ve zamanla inanılan yalan. “Barbarları Beklerken”de de bu bekleyiş değil midir herkesi hareketsiz kılan?
“Neden böyle hareketsiz Senato?
Boş oturuyorlar Senatörler, yasalarla uğraşacaklarına
Çünkü Barbarlar gelecekler bugün.” (Barbarları Beklerken, Armoni Yay., 1988)
Hepimiz, evet hepimiz bir serap görmek ister, bir Godot bekleriz. Drogo’nun ve kaledekilerin Godot’su veya “Barbarları” da Tatar’lardır. Askerleri diri tutan bu aldanıştır. Evet, bekleyiş bir aldanıştır, bir unutuş ve alışkanlık… Zavallı Drogo! Hemen gitmek için ayak bastığı kalede, önce dört ay erteler dönüşünü, sonra dört yıl, sonra otuz! O da diğerlerine ayak uydurmuş, “buraya demir at[mış]” (s. 52) düşmanı beklemek için her türlü zevkten mahrum etmiştir kendini. Kavafis’in “Aynı Kentte” dediği gibi; “Bu kenttir gidip” gideceği yer, “Bir gemi yok, bir yol yok[tur]” ona artık, “Değil mi ki hayatına kıymıştır burada” (Barbarları Beklerken, s. 25).
Ama hayır! Vakti geldiğinde bekleyiş de biter! Aldanışa son verir zamanın çanı. Yaşamın çemberi daralır, bekleyişin uyuşturucu kuyusundan çıkartılır insan. Yaşlandığında, hayalleriyle inşa ettiği kaleden de sürgün edilir, çölün tam ortasında yapayalnız buluverir kendini!
İnsan, zindanını kendi inşa ediyor, bekleyişler, aldanışlar ve alışkanlıklarla… Dön! Nereye? Şehre de, eve de, kaleye de dönemezsin artık! Çünkü “Kargalar yuva yapar, kırlangıçlar gider.” (s. 62)