Hatice Selma Ekrem, Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır’dan olma torunu. Aslında Ali Ekrem’in dört çocuğu var. İlki Mehmet Kemal Cezmi, 1896’da doğmuş, 1917’de intihar etmiş. İkincisi Ayşe Masume Hanım, 1926’da 28 yaşında Mısır’da ölmüş. Üçüncüsü Selma Ekrem 1902’de doğmuş, 1986’da Amerika’da ölmüş, vasiyeti üzerine cesedi yakılmış. En küçük torun ise 1986’da ölen Fatma Beraat Hanım.
Selma Ekrem’in ilginç bir hayat hikâyesi var. Babasının memuriyetleri gereği Kudüs, Beyrut, Rodos ve Midilli’de bulunmuş. Amerikan Kız Koleji’nde okumuş. 1923’te Amerika’ya gitmiş. Gidişinde, Türkiye’de kadın haklarına -tesettür konusunda- yönelik kısıtlamaların ve Kolej’de hocası Mis Rig’in rolü olmuş. Bu bakımdan şu satırları dikkat çekici:
“Koleji bitirmiştim; avare ve mutsuz hissediyordum kendimi. Çalışmak istiyordum ama nerede iş bulacaktım ve şapka giyerken çalışmaya nasıl cesaret edecektim? Amerika’ya gidecektim. Bu düşünce kafamda ansızın belirdi ve artık bundan da vazgeçmeyecektim. Gelenekler, ülkem, hatta kendi ailem tarafından zincire vurulduğumu hissetme noktasına gelmiştim. (…) Amerika’yı istiyordum.” (Peçeye İsyan, Çev. Gül Çağalı Güven, 1998, s. 266-267)
Neticede Amerika’ya gitmiş. Gidiş nedeni ve içinde bulunduğu ruh hâli tahlil edilmeli. “Rayiha ve güzellik ülkesinden gelen bu yolcu, bu kadar yoldan şapkasını huzur içinde giyebilmek için gelmişti.” dediği üzere (s. 268) şapka onda bir özgürlük ve arayış simgesi. Zaman zaman Türkiye’ye gelse de oraya yerleşmiş ve orada vefat etmiş. Mesela bir gelişinde Yunus Nadi, 2 Haziran 1930’da Cumhuriyet gazetesinde bir röportaj yapmış. Yine babası Ali Ekrem “Hatıralar”ında (haz. M. Kayahan Özgül, Kültür Bakanlığı, 1991) 15 Haziran 1934’te Selma’nın “Amerika’dan dördüncü defa avdet” ettiğini, sağlık sorunları yaşadığını, geri döneceğini yazıyor.
Şapkasını huzur içinde giyebildi mi, bilmiyorum. Ama içtenlikten uzak hayattan pek hazzetmediği seziliyor. Meselâ o toplumda komşuluk ilişkilerinin bulunmayışına şaşırmış. Diyor ki; “O zaman anladım ki, Amerikan kentlerinde komşu olan yalnızca evlerdi, sabah kahvesi dedikodusu, küçük ödünç alıp vermeler, başsağlığı dilemeler Türkiye’ye özgüydü.” (s. 280).
Sonra “Burada mutluluk satın alınıyor da, güneşin ve baharın rayihasıyla kendiliğinden bana gelmiyordu.” (s. 283) cümlesi de manidar. Belli ki zamanla yeni dünyanın gerçekleriyle karşılaşmış. Amerika gece gündüz dönen dev bir değirmen gibi önüne dikilivermiş. Doğu’da biz “yaşamı bir kamıştan ağır ağır yudumlarız” (s. 286) diyor, zamanı keyfimize göre kullanırız. Ya Amerika’da?..
Bu yazıda Selma Ekrem’in, Amerika’da 1930’da “Unveil” adıyla basılan ve Türkçe’ye “Peçeye İsyan” diye çevrilen anılarından bahsedecektim. Önemli bir kitap! Doğu ile Batı arasında kalan “Osmanlı”yı anlamak bakımından da ilginç veriler sunuyor. Kitabın özellikle son bölümünde Osmanlı ile Amerikan toplumu arasında, gençler, komşuluk bağları, çocuk-anne-baba ilişkileri gibi konularda yapılan karşılaştırmalar dikkat çekici. Selma Ekrem, çocukların anne-babalarıyla münasebetlerini yadırgıyor ve diyor ki; “Amerikan özgürlüğü, Türk saygı ve itaatiyle biraz inceltilse belki de herkes daha mutlu olurdu.” (s. 291)
Kitabın sonunda “Türkiye’de sözü yasa olan baba” (s. 291) ifadesini görünce gülümsedim. Aklıma Kudüs’le ilgili anıları geldi. Ali Ekrem’in Kudüs’te çeşitli mezhep, din ve uluslar arasında barışı “baba yasa” ile sağlaması önemliydi. Orada şimdi “baba yasa” yok!.. Barış ve düzen de yok…
“Peçeye İsyan”da Kudüs ve Beyrut’a ilişkin gözlemler, bu coğrafyada İkinci Meşrutiyet’ten sonra yaşanan karmaşa ve çözülme dikkat çekici.
Ah Selma Hanım, neydi seni Amerika’ya sürükleyen ve yapayalnız öldüren?..