Batılı yazarlar, insanın uçlarda yaşadığı tereddüt, arzu ve ilişkileri dile getirmede daha cesur bence. Yasak aşklar, ilişkiler, arzular Doğu edebiyatında da var; ama Doğu’daki eserlerde karakterler genelde edilgen ve içe kapanık. Dolayısıyla Doğulu yazarlar, yasak ilişki ve arzuları konu edindiklerinde, bakışlarını daha çok karakterlerinin ruhsal derinliklerine yöneltiyor; onların arzu ve çıkmazlarını ya da yasak ilişkilerini soyutlayarak anlatmayı tercih ediyorlar. Tıpkı Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş”unda olduğu gibi; soyut ve derin ve sadece içte yaşanan koyu bir melankoli ve dışa vurul[a]mayan hâller… Batılı yazar ise bu tür ilişki, arzu ve acıları, toplumsal yasak ve kurallara rağmen -ruhsal derinliği de ihmal etmeden- somutlama ve görünür kılma peşinde, eyleme döküyor, karakterler daha dışa dönük, daha atak. Kuşkusuz bu, edebiyat için bir avantaj ya da dezavantaj sayılamaz ve kültürler arasındaki farklardan kaynaklanan bir durum.
Bu girişi Amerikalı yazar Kate Chopin’in “Uyanış” romanı sebebiyle yaptım. Çünkü söz konusu eserinde Chopin, evlilikte aradığı mutluluğu bulamayan 28 yaşında iki çocuklu genç ve güzel bir kadın olan Edna Pontellier’in, kendisine biçilen geleneksel kadın, eş ya da anne rolüne karşı çıkarak, arzu ve isteklerini hür iradesiyle gerçekleştirmeye çalışmasını; kısaca ‘kendi olma’ öyküsünü anlatıyor. Bu bakımdan feminist görüşler içeren bir roman.
Başlarda içindeki kadının pek de farkında değildir Madam Edna; kendine biçilen eş rolüne pek ses çıkarmaz. Zaten çevrenin kabulleri de böyledir; “Çocuklarına âşık, kocalarını taparcasına seven (…) bireysel anlamda kendilerini yok e[dip], kanatlanarak” (s. 12) ailesine hizmet eden kadın revaçtadır. Örneğin Edna’nın kocasına göre “Çocukların bakımı annenin görevi”dir (s. 8). Mr. Pontellier eşine sadece “değerli, şahsi bir malı…” (s. 3) gibi bakar, ailesinin maddî refahını sağlamayı mutluluk için yeterli bulur, “karısının gönlünü cömertlikle” alacağını sanır (s. 11). Oysa Madam Edna, bu rolden sıkılmakta, hür ufuklara (deniz) açılmak istemektedir. Bir yaz mevsiminde Robert’le yakınlaşınca kabuğunu kırmaya, içindeki ‘ben’i keşfetmeye başlar. Yeri gelmişken belirteyim, romanda deniz, Madam Edna’yı özgürlüğe, kendi olmaya çağıran, kendini gerçekleştirdiği, özgüvenini sağladığı bir sembol mekândır. Genç kadın, kendi varlığının gücünü, bir gece denizde kimsenin yardımı olmadan yüzünce fark eder. Bundan sonra; “Uzaklara, daha önce hiçbir kadının açılmadığı kadar uzaklara” (s. 44) gitmek ister. İçinde “solgun bir ışık” doğmuştur ama bu, “bir yolu hem aydınlatan hem yasaklayan bir ışık”tır (s. 21). Edna’nın evdeki alışılmış düzene uymaması (s. 82), sinirlenip yüzüğünü fırlatması (s. 85), zamanını resim atölyesinde geçirmesi (s. 93), kendi iradesiyle başka bir eve taşınması gibi eylemleri, hem bir çatışmanın hem de ‘kendi olma’ mücadelesinin işaretleridir. Bir de bunlara Robert’le ruhunu doyuran ama acı veren umutsuz aşkını, Arobin’le yaşadığı tensel ilişkiyi katmak gerekiyor.
Bir yanda geleneksel kadın rolleri ve buna uygun toplumsal kurallar, diğer yanda bu rollere karşı çıkan, yasaklarla çatışan, umutsuz bir aşk içinde çırpınan bir kadın. Sonunda kabuğunu kırıyor, ama hayallerine tümüyle ulaşamadığı da bir gerçek. Bence bu nedenle, romanın sonunda, boyun eğmektense denize, hür ufuklara, kendine doğru yürüyüp hayatına son veriyor Madam Edna. Bu son, “Uyanış”ın feminist bir başkaldırı romanı olduğunu gösteriyor.
Başa dönelim. Batılı bir karakter Madam Edna, arzularında, ilişkilerinde eylemi öne çıkarıyor, yasakları çiğniyor. Doğu’dan baktığımızda ‘çıkmaz’da, Batı’dan baktığımızda ‘başkaldıran bir feminist’. Bence “Solgun bir gül oluyor dokununca”…