6Ocak 2000 tarihinde vefat etti M. Akif İnan. Dört gün sonra ölüm yıldönümü. Şair, deneme yazarı, eleştirmen ve sendikacı. Ama her şeyden önce şair ve yazar. Urfa’da, kendi deyişiyle ‘dışa kapalı’, geleneksel kültürün egemen olduğu bir şehirde doğdu. 1958’de Maraş Lisesi’nde Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Alâeddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt gibi, Edebiyat ve Mavera dergilerinde adlarını duyuracak genç yazar ve şairlerle tanıştı. Fikrî kaynakları İslâm’dı, Büyük Doğu geleneğinden beslenmişlerdi. Nitekim İnan, “Anamı sorarsan Büyük Doğu’dur” mısraıyla dile getirmiştir bunu. Ancak edebî anlayış bakımından arkadaşlarından farklıydı. Gelenekçiydi; şiirde alışılmış çizgiyi sürdürüyordu. Bu nedenle, modern şiire, özellikle dil, biçim ve imge itibariyle genelde kuşkuyla baktı. Hatta başlarda Sezai Karakoç’un ve Cahit Zarifoğlu’nun şiirlerine hiç ısınamadığını; Karakoç’un Körfez’i çıktığında; “Okudum ama hiç sevemedim” dediğini biliyoruz. İnan, bu ‘kuşku’nun 1969’dan sonra Edebiyat dergisinde kırıldığını, modern şiire daha sıcak baktığını; hatta şiir anlayışında bir ‘sıçrama’ yaptığını söylese de, bence şiirinde alışılmış çizgiyi aşamadı… Ancak Edebiyat dergisiyle İslâmî sanat düşüncesini pekiştirdiği, dolayısıyla sanatının ideolojik/poetik zeminini daha güçlendirdiği söylenebilir. O da diğer arkadaşları gibi ‘yerli düşünce’ ve ‘yerli edebiyat’ kavramlarıyla, Tanzimat’tan sonra öz medeniyetinden kopan, yabancılaşmış düşünce ve sanata şiddetle karşı çıktı. Asıl gelenek İslâm’dı ve düşüncemiz/edebiyatımız tekrar bu geleneğe eklenmeliydi. ‘Ağ’ adlı şiirinde bu düşünceyi; “Ve bir sofra gibi sersem önüne/ Yerli düşüncenin ürünlerini” mısralarıyla açıklıyor.
İlk kitabı Hicret (1974)’teki şiirler, Edebiyat dergisi evresinin ürünleri. Egemen, seküler düşünceden farklı, ama pratikte; dil, imge ve biçim olarak kendi yolunu açmakta zorlanan bir şiir bu! Her ne kadar edebiyat geleneğiyle bağ kurmaya çalışsa da derin/sağlam, sahih bir bağ kuramıyor. Ama düşünce olarak çağa, çarpık kentleşmeye, doğadan kopuşa, dünyevîleşmeye, modernizme karşı Müslümanca bir tepkiyi içeriyor. Kimi zaman Necip Fazıl’dan gelen bir etkiyle; örneğin “Unutsam eşyanın gürültüsünü” diyerek, maddenin kuşatmasından kurtulup maveraya ulaşma, metafiziğe açılma arzusunu dile getiriyor. Dönemin bütün genç Müslüman şairlerinde görülen modernizme, aklın dar kalıplarına, çarpık kentleşmeye, doğadan kopuşa tepki, İnan’ın şiirinin de ana omurgasını oluşturuyor. Bu tepkiyi; “Gel kurut bu çağın kargaşasını” veya “Çağı kurtarmanın bir eylemidir/Çağdışı görünen ilgimiz bizim” gibi mısralarla ifade ediyor…
İkinci evre, Tenha Sözler (1991). Şiir, bu evrede daha mistik, ilk evredeki heyecan, tasavvufun dingin sularında sükûta ermiş gibi. Yunusça bakış! İnan’ın şiiri İlâhî aşk ummanında durulma evresinde. Metafizik endişeler artmış, maveraya, Allah’a ulaşma duygusu daha da öne çıkmış. ‘Sen’ şiirinde, tıpkı Üstadı N. Fazıl gibi, kendisine ‘yepyeni bir dünya’ hediye eden mürşidine seslenen bir şair var: “Bir evren donattın yırtıp dünyamı/ Eledin bilgimi, sevgilerimi/ Onardın gövdemi sevgilerimi”…
Âkif İnan, şiirleriyle ‘özgün bir poetik ark’ açmadı, gelenekten beslenmeyi savunsa da, bunun için gerekli olan zorlu bir keşif ve dönüştürme çalışması yapmaya vakti yoktu. Ama o ve arkadaşları, İslâmî bir edebiyat şuuru oluşturmada yol açıcı bir kuşaktı. Ve önemli bir işlev gördüler. Yeni yolcular, Âkif İnan ve kuşağının bugüne göre oldukça zor şartlarda açtığı yolda menzile doğru yürüyorlar! “Bu emel gurbetinin yoktur ucu...” Rahmetle anıyoruz!..