Balzac’ın “Louis Lambert” (Çev. Oktay Rifat, Samih Rifat, Türkiye İş Bankası Yay., 2020) adlı romanının dahi ve felsefî-mistik konulara dalan kahramanı Louis, “Abyssus abyssum” (s. 8) der; yani “Uçurum uçurumu çağırır.” Mezmurlar’da geçer bu söz. Evet “aklımız uçurumlardan hoşlanan bir uçurumdur” (s. 8), sınır tanımaz, bir uçurumdur kendisi de başka uçurumlara açılan bir uçurum… Sınıra ulaşmaktır amacı, o Büyük Akl’a, parçası olduğu Büyük Ruh’a. Bilinmeyen, bilinmeyene yol açıyor, esrârengiz her şey insanı cezbediyor. Yahya Kemal’in “Mehlika Sultan” şiirindeki gibi Mehlika Sultan’a âşık yedi gencin -insanın ya da aklın- emel gurbeti hiç bitmeyecek!.. İdrak, gücü nispetinde bilinmeyenlerin; yani uçurumların peşinde büyük bir arzuyla kanat çırpacak! Ama idrak kuşunun ya da aklın kanatları, o sonsuzluğun nihayetine, menziline varabilir mi?
Bence hayır! Kavrayışımız bize sadece yeni uçurumlar açabilir, sonu yok… Çünkü Tanrı sonsuzdur!
Mme de Stael, bir gün, daha 14-15 yaşlarında olan Louis Lambert’in parkta oturmuş ünlü filozof Swedenborg’un “Cennet Cehennem Üstüne” adlı kitabını okuduğunu görünce şaşırır. Kitabı çocuğun elinden hızla çekerek sorar:
Anlıyor musun bunu? (s. 9)
Lambert’in verdiği cevap, tam da dâhilere özgüdür. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:
Tanrı’ya dua eder misiniz?
Tabii… evet.
Peki onu anlar mısınız? (s. 10)
Bu satırları okuyunca aklıma Nazan Bekiroğlu’nun “İsimle Ateş Arasında” romanındaki bir diyalog geldi. Bilinmezliği ve içine kapanıklığıyla bir karanlığa benzeyen Nihade’ye âşık olan Mansur, bir gün sevgilisine birkaç defter verir ve ondan kendisine duyduğu sevgiyi yazmasını ister. Bilmektir arzusu, sevildiğini bilmek!.. Aradan aylar geçer, Mansur sevgilisinin defterlere bir satır dahi yazmadığını görür, üzülür ve kuşkulanır. Bir gün ona sorar:
Beni sevmiyor musun?
Nihade’nin verdiği cevap, Lambert’in Mme de Stael’e verdiği cevaba çok benzer. Der ki:
Âşıksan bana âşık gibi gel, soru sorma!..
Tanrı karşısında insan da tam böyledir; O’nu aklıyla kavramak ister ama tamamıyla kavrayamaz, Lambert’in dediği gibi anlayamaz. Çünkü “Abyssus abyssum”dur, akıl uçurumlara açılan bir uçurum… Bilinmezin kapıları nihayetsiz! Ama sezriz ki vardır. Tanrı’ya dua ederiz, lâkin O’nu anlayamayız. Dua zaten akıl ve mantığın çaresiz kaldığı devadır. İman ve dua etmek için anlamak gerekmez, aşk için -ki aşk da bir çeşit duadır- kanıta ve seni seviyorum cevabına ihtiyaç duyulmadığı gibi… Âşık sormaz, çünkü aşkta kuşkuya yer yoktur, aşk açıklamaya ihtiyaç duymayan bir teslimiyettir. Kalbe kuşku düştüğünde dua biter, aşk yiter…
Balzac’ın roman kahramanı Louis Lambert’in aklı da tam böyleydi işte! Tüm dâhilerdeki gibi uçurumdu, uçurumlara açılan uçurum!.. Balzac’ın deyişiyle “uçurumun kenarında doğan (…) çiçek”ti o (s. 117), bilinmezin peşinde emel gurbetine düşen üstün zekâ! O da tıpkı Mehlikâ Sultana âşık yedi genç gibi, hakikati/ sevgiliyi bulmak için sorularla dolu dipsiz, “çıkrığı yok bir kuyuya” inmiş, zihniyle esrarengiz kapılara dayanmış, sonunda cinnete varmıştır. Ulaştığı yer Bir’dir. Der ki; “Bir, yeryüzünde yaratılmış ne varsa hepsinin çıkış noktasıdır. Ondan Bileşikler doğar. Ama son, başlangıcın aynı olmalıdır. (…) evren Bir’de çokluktur. (…) Son her şeyin Bir’e, demek ki Tanrı’ya dönüşüdür.” (s. 116)
Mevcudatın Vahdet’ten doğması ve tekrar ona dönmesidir -vahdet-i vücut- bu. Türk romanında felsefî konularla onun kadar haşır-neşir olup hakikatin uçurumlarında kanat çırpan bir kahraman var mı bilmem. “Louis Lambert”, “dibini görmek umuduyla uçurumların kenarından sarkmaya alışık kimi zihinler[e]…” (s. 117) hitap eden bir roman.
Zihni uçurumlarda kanat çırpan bu dâhi ve sıra dışı roman kahramanı için son söz:
Yüreği bizim, dehası Tanrı’nın olsun!..