Her medeniyetin, her gerçek iktidarın ve ilerleme hamlesinin arkasında güçlü bir kültür, sanat ve felsefe vardır. Batı medeniyetinin temelinde eski Yunan ve Roma kültürü yatar. Osmanlı medeniyetinin arkasında İslâmî bir felsefe, sanat ve estetik vardı. Taşa şekil ve ruh veren, taşı bir hendesî madde olmaktan çıkarıp binalar ve şehirler kuran, kısaca toplumu ve iktidarı inşa eden felsefedir, sanattır, kültürdür…
***
Necip Fazıl; “Bütün yeni oluşlar sanatkâr ve mütefekkir elinde yoğrulur” der. Dolayısıyla kültürsüz iktidar/terakki, ruhsuz bir madde, kaba bir güç, temeli çürük bir binadır. Modern toplum mühendisleri iyi bilir bunu. O nedenle bir iktidarı yıkmak ya da yeni bir iktidar bina etmek için kültürden, sanattan ve felsefeden yararlanırlar. Bizim yıkılış ve yapılış maceramız da böyle. Önce ruhları; felsefeyi, kültürü ve sanatı yıktılar. Meselâ mimarî eserlerimizi, eski konakları, köşkleri, tekkeleri… Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ı, konakların yıkılışının hazin hikâyesi idi. Onun yerine sefer tası gibi üst üste yığılmış apartmanlar diktiler. Sonra kelimeleri yıktılar; düşüncemiz, hafızamız, tarihimiz, derdimiz, neşemiz, duamız olan kelimeleri…
Şimdi dar bir idrak ve düşünme alanına hapsolmuş durumdayız, mazi ile alâkasız, çağrışımsız ve köksüz kelimelerle bir felsefe üretemiyor, köklü bir şiir yazamıyor; dolayısıyla güçlü bir kültür/medeniyet hamlesi yapamıyoruz. Onun içindir Karakoç’un “Dilimi çaldın, kelimelerimi çaldın/Bana ne bıraktın kanlı soygun/Bu korkunç talandan ne umdun…” dizelerindeki feryadı. Sahi bu ‘korkunç talan’dan ne ummuşlardı?.. Bu talanı yapanlar bir iktidarı/medeniyeti yıkmanın ve yerine kendi iktidarlarını inşa etmenin o kanlı soygundan geçtiğini pekâlâ biliyorlardı. O nedenle var güçleriyle karşı oldukları iktidarın kültürüne; mimarîsine, musikîsine, diline, edebiyatına saldırdılar. Örneğin Divan edebiyatına hücum ettiler; onun diline, kelimelerine, sesine…
***
Yetmedi, edebiyat tarihlerinden, yetmedi müfredat programlarından tasfiye etmeye çalıştılar. Öyle ki, o kültürü hatırlatacak kelimelere, sokak, mahalle adlarına, kitabelere bile tahammülleri yoktu. O kültürün musikisinin sesini kısmaya kalkıştılar. O medeniyetin kadim şehirlerini ‘kör kazma’larla yıktılar. Asıl amaç insanı yıkmak ve yeni bir insan yaratmaktı: Yeni insan, yeni hayat!.. Kısaca bu, mimarîyi, müziği, resmi, edebiyatı; yani kültürü kapsayan, kültürle yapılan bir savaştı. Çünkü kültürü yıkan iktidarı/insanı yıkardı, inşa eden de yeni bir iktidar/insan kurardı.
Şimdi… Yıllardır Türk modernleşmesinin bir medeniyeti, kutsalları yıktığını dillendiren, ‘mağduriyet dili’nden beslenmiş bir kesim ve ‘dindar/muhafazakâr’ bir iktidar var önümüzde. Ama var güçleriyle sadece toprağı kazıyor, maddî/teknolojik imkânlar sunarak şehirleri ve toplumu güya âbâd (!) ediyorlar!.. Ya kültür? O yok! Hayır hayır var, düzeysiz, ilim ve irfandan yoksun bir ‘şovmen güruhu’ popüler, köksüz bir kültürü/sanatı çoğaltıp duruyor. Yanlış anlaşılmasın, maddî ilerleme ve teknolojiye karşı değilim. Ancak sadece maddî refah ve servetle iktidar sürdürülemez, sağlıklı bir ilerleme değil bu! Kültürsüz ilerleme ve iktidar olmaz, kültürsüz insan olmaz çünkü. Necip Fazıl bir şiirinde ne diyordu?
***
Nur yolunu tıkıyor yüzbir katlı gökdelen
Bir küçük iğne yok mu şehrin ruhunu delen?..
Artık ‘Nur yolunu tıkayan gökdelenler’ yapmak yerine bozulan insanı ihya etmek gerekiyor. Çünkü kültürsüz/felsefesiz bir teknoloji insanı bozar, bozdu, bozuyor da! Tanpınar ne diyordu; ‘İnsan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.’