Robert Musil’in “Aptallık Üzerine”sini (Çev. Ersan Üldes, Amy Spangler, Sel, 2018) okudum bu hafta. Aptallık üzerine yazacağım ama, nedir hâlâ bilmiyorum. Yani kim akıllı, kim aptal, kim deli, ölçü, sınır ne?..
Aptallık deyince ilk aklıma gelen Herman Melville’in “Katip Bartleby”si oldu. Hani şu önüne ne konursa konsun “Yapmamayı tercih ederim!” diyen, önünü görmeyen, kendi zararına da olsa bir şey yapmamakta ısrar eden meşhur karakter. Beckett’in “Murphy”si de öyleydi, tüm uyarılara rağmen sonu ölüme değin varan daimî bir edilgenlik içindeydi!.. Gerek Bartleby’deki gerekse Murphy’deki bu ‘nedensiz edilgenlik’i aptallığın bir işareti sayabilir miyiz? Musil’den bir alıntı yapayım bu konuda. Diyor ki:
“Kişisel koşullar dışında bütün koşullar sağlanmış olduğu hâlde bir eylemi yerine getirememe davranışına aptallık deriz.” (s. 75)
Öyleyse durun! Burada söz konusu edilen “bir eylemi yerine getirememe”dir; yani beceri, akıl ve zekâ ile ilgili bir zayıflık durumudur. Oysa Katip Bartleby ve Murphy, yapamamaktan değil, bilinçli olarak yapmamayı tercih ettikleri için kendi zararlarına sonuçlanmasına rağmen edilgen kalırlar. O hâlde bir zekâ ya da beceri eksikliğinden söz edilemez, kanaatimce bilinçli bir ‘protesto’ onlarınki. Bilinçli protestoya aptallık diyebilir miyiz? Bence diyemeyiz!.. Aptallık başka bir şey…
Peki Dostoyevski’nin “Yeraltından Notları”nın kahramanı aptal mı? Roman boyunca akla ve mantığa uymayan bir sürü şey yapıyor. Hayır hayır, bence o da bir aptal değil! Dostoyevski, o romanında insan iradesinin her zaman bir aritmetik kesinliğiyle çalışmadığını, ruhun kimi zaman kendisine zarar verme ihtimali pahasına akla ve mantığa aykırı hareket edebileceğini göstermeyi amaçlamıştı. Bazen dik kafalılık, çıkar, akıl, mantık, iyilik, güzellik tanımayabiliyor, nitekim eserde şu cümle geçer: “İnsan bazen kendisi için iyi olanı değil de kötü olanı isteyebiliyor…” (Yeraltından Notlar, Alter Yay., 2019, s. 26). Zaten her şey matematik olarak hesaplanınca insana yapacak ne kalır ki?.. İnsan öngörülemeyen bir varlık, o nedenle akıl ve mantığın dışına çıkabilir. Erasmus, “belli aptallıklar yapılmamış olsaydı, insan dünyaya bile gelemezdi.” (Aptallık Üzerine, s. 35) demiş. Vallahi doğru! Adem’le Havva ‘memnu meyve’yi yemeseydi dünyaya düşer miydik?..
Haydi bir de Türk edebiyatına bakalım! Tanzimat romanındaki alafranga züppeleri aptal mıydı? “Araba Sevda”sının Bihruz’u meselâ! Bence aptal’dı, çünkü Musil’in deyişiyle “beceriksizce yapılan her şey bazen aptallıktır.” (s. 55). Bihruz Beyin en bariz özelliklerinden biri idrak ve beceri noksanlığıdır. Bunu açık biçimde o yalan-yanlış Fransızcasıyla ortaya koyar. Mösyö Piyer karşısında ise idrak noksanlığı vardır, Periveş’te de… Aynı durumu Gürpınar’ın “Şık”ındaki Şatırzade Şöhret için de söyleyebiliriz.
Bir de aptallığın olumlu olduğu durumlar var! Bazen insanlar, zeki değilmiş gibi görünmeyi tercih ederler, çıkarları bunu gerektirir çünkü. Bunlar genelde muktedirlerden çekinen zayıf kişilerdir. Onlar için Musil’in de dediği üzere “zeki değilmiş gibi görünmek temkinli davranmaktır.” (s. 39) Böylece kurtuluşunu olduğundan daha fazla aptal davranmakta ararlar. Halk dilinde salağa/ aptala yatmaktır bunun adı. Böyle durumlar Musil’in de belirttiği üzere hizmetçinin efendisiyle, askerin üstüyle, öğrencinin öğretmenle ilişkilerinde ortaya çıkabilir. Ama dikkat, bu durum koşulsuz itaatle yürürse devam eder, “iyi hal belgesinden yoksun” kalındığında ise tam tersine dönebilir!
Musil’in kitabı keyif vericiydi. Ama şunu söylemeliyim; muğlak bir hâldir aptallık! Bu noktada delilik, ruh hâli, dönemin akıl ve mantık ölçütlerindeki değişiklikler birbirine giriyor. Ne kadar zekâyla ilgili olsa da duygusal bir hâl bence, gözü kör eden bir duygusal hâl!..