Romanı farklı kılan ne? Tekniği mi? Hayır! Meselâ kahraman, bilinç akışı tekniği ile yer yer geriye dönerek zamanın çizgisel akışını kırıyorsa da “Denizin Çağırışı”nın özgün yönü kurgusal tekniği değil! Yayımlandığı tarih itibarıyla romanın, meselâ tümüyle kahramanın iç konuşmalarından oluşması elbette özgün bir anlatım. Ama eseri her şeyden önce özgün kılan özellik, bence ‘modern roman’a has bir ‘varoluşsal bunaltı’yı konu edinmesi. Belli ki Kemal Bilbaşar, Türk romanında o yıllarda egemen olan, gücünü ‘macera’dan ve ‘entrika’dan alan, okuru ‘merak’ duygusuyla avlayan çizginin dışına çıkmış. Amacı, kahramanla hasım kahramanlar arasındaki ‘çatışmalar’dan oluşan bir ‘vaka zinciri’ kurgulamak değil. Hatırlayın, Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1941’de basılan “Fahim Bey ve Biz”i de tarz itibarıyla ‘olay’a dayanan bir roman değildi. İki romanın bu bakımdan, hatta antikahramanları konu edinmelerinden dolayı benzeştikleri söylenebilir ama, Hisar’ın kahramanı neticede bir ‘Osmanlı aylak’ıdır; ‘modern bir aylak’ değil, üstelik Şark’a özgü bir rahatlık içinde. “Denizin Çağırışı”nın başkarakterinin sorunları ise başka; bunaltı, daralma, korku, kuşku, vehim, uyumsuzluk, kaçış, arayış… Bir tür ‘angoisse’!..
Aslında romanda birbirine zıt iki uç var. Kahraman hem biyolojik hem de ruhsal olarak bir uçta. Bu uç, kasaba ve karanlık ile sembolize ediliyor. Kasaba, kahramanın beş yıl öğretmenlik yaptığı ‘esenliksiz mekân’, geniş anlamda ‘taşra’, romandaki deyişle birçok “insanın yaşama hevesleri[nin] törpülen[diği]” (s. 14) yer, Refik Halid’in “Şeftali Bahçeleri”nin benzeri. Kaçış oradandır, bunaltıya tekabül eder; umutla gelinen, ama idealleri, hayalleri bir girdap gibi yutan büyük karanlık!.. Karanlık deyince okur, bu kelimeye dikkat etmeli. “Denizin Çağırışı”nda bu kelime sık sık tekrar edilir. Anahtar kelimedir, bunaltıyı, daralmayı, korkuyu; kısaca bir psikolojik hâli ifade eder. Başkahramanın asıl korkusudur: Karanlık! Böyle bir ruh hâli içinde karanlıktan, bunaltıdan, kasabadan kurtulmak isteyen bir huzursuzdur o. Kaçar âdeta. Nereye? Diğer uca: Deniz’le simgelenen aydınlığa, feraha… Deniz, ulaşılmak istenen ruh hâlidir, aydınlık ve sonsuz, ferah!.. Romanın adı olan “Denizin Çağırışı”nı böyle anlamalı. Daha eserin başında karanlıktan kaçan bu huzursuz karakter, “tanımadığı bir denizin maviliğinden şifa aramaya” (s. 7) çıktığını söyleyerek ‘deniz’in anlamına dair ipucu veriyor. Varoluşsal bir bunaltıdır onunki, arı bir dünya özlemi; kimi kez bir ‘sarışın sevgili’ ile de sembolize ediliyor.
Karanlıktan kurtulmak umuduyla İzmir’e/ kente gelen bu kahraman, aydınlığa ulaşıyor mu? Hayır! Kent de bir cehennemi karanlıktır çünkü, kirli ilişkiler, kirli mekânlar, oteller, pansiyonlar, çıkarcı ve aşksız insanlarla doludur.
Ve sonunda “Demir bir el beni boğuyor. Bu geniş caddeler, bu büyük şehir, bu dünya bana dar geliyor.” (s. 169) diyen roman kahramanı, babasıyla aynı kaderi paylaşır; kendisini kuşatan ‘karanlık dünya’ya sırtını döner, onu çağıran ‘Mavi sonsuzluk’a (s. 169), denize gider, intihar eder.
Bunaltıyı kökleştirebilse, nedenlerini sorgulayabilse, meselâ annesindeki o huzurun nedenlerine inse (s. 9), sondaki o klasik aldatılma, yoldan çıkarılma öyküsüne, entrikaya yer vermese, daha sahih bir öyküye ulaşırdı Bilbaşar. Ama iyi, 1943’te bir ilk olarak iyi.