Cumartesi günü 12 Mart’tı, İstiklâl Marşı’nın “Millî Marş” olarak kabulünün yıldönümü. Hayır, Marş’ın nasıl yazıldığını, 1921’de TBMM’de nasıl kabul edildiğini anlatacak değilim. Muradım, bunları tekrar etmek değil. Muradım, İstiklâl Marşı etrafında çıkan bazı tartışmalardan bahsetmek. Ve bu tartışmaların derinlerindeki asıl “kavga”ya işaret etmek.
İstiklâl Marşı’na karşı ilk hareket, -ilk değiştirme teşebbüsü- 1925’te vukû bulur. Eldeki belgelere göre Maarif Vekâleti bir marş yarışması düzenlemiş, 60 kadar şiirin katıldığı yarışmanın şartnamesini de Hamit Zübeyir Koşay hazırlamıştır. Bunlar işin hikâye tarafı.
Ama asıl önemli olan şu: İstiklâl Marşı’nın değiştirilmesine niçin gerek duyulmuştur? Hamit Zübeyir Koşay’ın tuttuğu notlar bunu kısmen açıklıyor.
Yönlerini tümüyle Batı uygarlığına çeviren Türk modernleşmecileri belli ki, Âkif’in “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” dizesinden rahatsız olmuş, metinde Türklük ve Cumhuriyet vurgusunun, lidere şükran ifadelerinin yetersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Sonuçsuz bir teşebbüstü bu. Ama Türk modernleşmecilerinin “İstiklâl Marşı”mızı seküler ve Batı tipi bir ulusal kimliğe uygun bulmadıklarını da gösteriyordu.
***
İstiklâl Marşı’nın değiştirilmesine ilişkin ikinci teşebbüs, 1937’dedir. Necip Fazıl, Bâbıâli adlı kitabında bu konuda bilgiler verir. Bu teşebbüste Âkif’i “bir medrese şairi” olarak niteleyen Ulus Gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay başrolde. Gazete, Cumhuriyet’in on beşinci yıldönümü münasebetiyle bir milli marş yarışması düzenler. Sonuçta Atay, Necip Fazıl’a bir öneri götürür ve şair, bunun üzerine bir şiir kaleme alır. Bu marş, yarışmadan iki yıl sonra “Türk Milli Marşı” başlığıyla 29 Mart 1939’da Yedigün Mecmuası’nda basılır. Ancak söz konusu şiir daha sonra Büyük Doğu Dergisi’nde “Büyük Doğu Marşı” olarak ve bazı değişikliklerle yeniden yayımlanacaktır. Üstad’ın şiirde yaptığı değişiklikler de ilginçtir doğrusu!.. Bunlar bir yana bu ikinci değiştirme teşebbüsünün sebebi ne idi? Kısakürek, Bâbıâli’de bunu; “Âkif’in manzumesindeki “İslâmî hava” ve metnin “lâisizmle uyuşmaması” ile açıklar. Ama bu teşebbüs de şiirin Atatürk’e ulaştırılamaması nedeniyle başarısız olur.
***
“İstiklâl Marşı”yla ilgili tüm bu rahatsızlıkların, değiştirme teşebbüslerinin sebebini Nurullah Ataç’ın iki yazısında buluyoruz. Yeni rejimin “sarışın eleştirmen”i, Akşam’daki (30 kânun-ı sâni 1937) “Mehmet Âkif” başlıklı ilk yazısında; şairin tüm şiirlerini; bir “reaction, hatta düpedüz ‘irtica’ fikriyatı, ideologiası” olarak görmekte, aynı gazetede 6 Mart 1937’de yayımlanan “Yine Âkif” başlıklı yazısındaki “… İstiklâl Marşı’nda bizim bugünkü ideallerimize uyacak, onlara hiç olmazsa bir telmih sayılacak hiçbir şey yoktur. (…) İçinde ezan vardır, minare vardır, imamı, müezzini, kayyumu ile bütün bir cemaat vardır, millet yoktur. Doğrusu bir marş değil, bir ilâhî, bir tazarrudur” cümlelerinde ise baklayı ağzından çıkarmaktadır. Sorun, İstiklâl Marşı’ndaki “din” odaklı dünya görüşündedir ve bu yeni rejimin seküler politikasına uygun değildir.
***
Bütün bunlar, “İstiklâl Marşı’nın belli bir kesimde neden rahatsızlık uyandırdığını açıklıyor. Fazla söze hacet yok. Yazıyı İbnülemin’in naklettiği hoş bir hatıra ile bağlayalım. Tanzimat devri şairi ve “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”nin bıçkınlarından Mehmed Emin Bey, 1866’da Paris’te Fransız madamlarının olduğu bir mecliste kendisine Türklerin bir millî marşlarının olup olmadığı sorulunca; “Var, arzu ederseniz terennüm edelim” der ve arkadaşlarıyla beraber yüksek sesle Itrî’nin bestelediği “Tekbir”i okurlar.
Böyledir. İstiklâl Marşımızın dizelerinde işte o “Tekbir”lerin sesi vardır ve kavga da asıl bu ses sebebiyledir.