Geçenlerde Elif Şafak’ın yeni çıkan romanı Havva’nın Üç Kızı’nı okudum. Adı sürekli medyada ya! Merak ediyor insan. Sonuç, hüsran! Beğenmedim açık söyleyeyim. Havva’nın Üç Kızı’nda edebî özen yok, estetik kaygı da! Savruk, dağınık bir yapı, abartılı olaylar! Bir sürü popüler, siyasî, dinî sorun tıkıştırılmış sayfalara… Ne ararsan var: Polisiye var örneğin; gaspçılar, baliciler, mafya, silâhlı baskın… Aşk hikâyesi; öğrenci-hoca aşkı, kıskançlık, intihar girişimi... Ama en çok da kadına taciz; hatta bir yerde küçük kızlara tecavüz girişimi var. Bir de maço erkekler, cinsellik, din, siyaset, dinler arası diyalog… Dinler arası diyalog deyince, Havva’nın Üç Kızı’nın favori konularından biri de bu! Bugünlerin moda konusu galiba! Oxford Üniversitesi’nde Müslüman’ı, Yahudi’yi, Hıristiyan’ı, ateisti, Marksisti bir araya toplamış, Prof. Azur huzurunda tartıştırıyor Şafak? Böylece farklı inançlarla birlikte yaşama egzersizleri yaptırıyor kahramanlarına! Oysa, bunun için taa Oxford’a gitmeye gerek yok. Asıl hikâye bu coğrafyada, dinler arası diyalog da, farklı unsurları kimlerin çatıştırdıkları da!.. Ne ise uzatmayalım mesele bu değil zaten.
***
Havva’nın Üç Kızı, Oxford Üniversitesi’nde okuyan İranlı inançsız Şirin, Mısırlı dindar Mona ve mütereddit bir Türk kızı olan Peri’nin hikâyesi. Zihniyet ve inanç bakımından parçalanmış Ortadoğu’nun hikâyesi de denebilir; ama asıl odakta Peri ve Türkiye var; Türkiye’de 1980-2016 arasında yaşanan dinî ve siyasî güncel sorunlar… Dolayısıyla eserdeki ana figür Türkiye.
***
Romanı bitirdiğimde şaşırdım doğrusu! Dinî ve ‘mistik’ konulara meraklı, çoğu romanını mistik figürlerle süsleyerek dindar okurların gönlünü de çelen Şafak’a ne olmuş böyle? Havva’nın Üç Kızı’nda ters köşeye yatırıyor okurları. Neden mi? Dine, dinî değerlere, Türk kültürüne ver yansın ediyor da ondan! Romanda bir Türkiye manzarası çiziyor ki, ürktüm! Nasıl bir coğrafyada, nasıl bir toplumda yaşıyormuşuz meğer!
Bir kere bu topraklarda kadına hürmet yok, kadınla erkek “lafta bile” (s. 20) eşit değil zaten! Bu şehr-i Stanbul ki, her köşesinde kadınlar tacize uğrar; “bir kadının tanımadığı bir erkeğin suratına (arabasına) duman üflemesi…” (s. 20) “açık bir cinsel davet olarak” (s. 20) yorumlanır. Evlilik içi tecavüzleri anlatmaya ise hiç kimse cesaret edemez (s. 59). Bu şehir, “… baskıcı bir sessizlik örtüsü altında cinsel saldırılara hiç de yabancı değildi[r].” (s. 59). Cinsel olarak açtır bu insanların çoğu, aç! Öyle aç ki, yeni gelinler “Kayınpederleri ya da kayınbiraderleri ile aynı odada kalmaktan…” (s. 59) korkarlar. Yaaa o derece sapık bir toplum bu! Hele bir de genç kızlar camiye gitsin, başlarına neler gelir. Bir erkek, “Sizin gibi liseli kızların namazı evde kılması daha uygundur.” (s. 105) diyerek, camiye sokmaz onları! Üstelik o da açtır; “Gözleri Peri’nin vücudunda (…) göğüslerinde.” (s. 105) dolaşır, şehvetle. Kurban bayramında sokaklarda vahşî sahneler cereyan eder; hayvanlar kaçar, insanlar kovalar, insanlar kaçar, hayvanlar kovalar (s. 334). Bir de aklınızda bulunsun, Türkiye’nin İran gibi olma tehlikesi “her zaman mevcut[tur].” (s. 326). Bu ülkede; “farklı olmak, eleştirel düşünmek kabil değildi[r]” (s. 25). Toplum, kamplara ayrılmıştır; “hatlar daha keskin, kamplar daha belirgin…”, “İnsanlar ya ‘ateşli muhafazakâr’ ya da ‘ateşli antimuhafazakâr[dırlar]…” (s. 114).
***
Oxford’dan bakınca Türkiye böyle görünüyormuş Havva’nın “mütereddit kızı”na!
Kitabı kapattım! Erdem Ağabeyin “Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair”ini okuyacağım sokakta bağıra bağıra!..