Bir ara Milli Mücadele’yi konu edinen ilk romanlardan Halide Edip’in “Ateşten Gömlek”i (1922) ile Yakup Kadri’nin “Yaban”ını (1932) tekrar okudum. Bitirince ilk hükmüm her iki romanın da bir edebî eser olarak pek başarılı olmadığıydı.
Önce Halide Edip’in “Ateşten Gömlek”i (Atlas Kitabevi, 1992) üzerinde durmak istiyorum. Belki daha sonraki bir yazıda “Yaban”la ilgili düşüncelerimi de yazarım.
Eser, İzmir’in işgal edilmesinden sonra Anadolu’daki Milli Mücadele’ye katılan bir İstanbul’lu genç olan Peyami’nin savaşta iki bacağını yitirdikten sonra Ankara Cebeci Hastahanesi’nde 3 Kasım 1921-17 Aralık 1922 tarihleri arasında yazdığı notlardan oluşuyor aslında. Romanın hem anlatıcısı hem de kahramanı olan Şişli çevresine mensup bu genç, Cebeci Hastahanesi’nde bu notları yazarken geçmişe döner, 1918’e, Mütareke dönemi İstanbul’una ve kronolojik bir düzen içinde, başından geçenleri, işgal altındaki İstanbul’u, İzmir’in Yunanlılarca işgalini, Ayşe’nin ailesine yapılanları, genç kadının ailesini kaybettikten sonra İstanbul’a gelişini, vatanseverlerin Anadolu’ya geçişlerini, Kuva-yı Milliye güçlerinin cephedeki çatışmalarını… Mütareke’den zafere değin süren bir olaylar zinciri.
Amacı savaşı anlatmak Halide Edip’in. Ama Ayşe’nin aşkı -ki Ayşe hem İhsan tarafından hem Peyami tarafından, hatta Ahmet Rıfkı tarafından- romantik bir aşkla sevilir. Böylece kanaatimce Ayşe’nin aşkı, Milli Mücadele’nin önüne geçer. Adıvar, çoğu romanında yaptığı gibi kadını yüceltiyor, Ayşe’yi âdeta Milli Mücadele’nin âbidesi, vatanın simgesi hâline getiriyor. Romanın odak noktasında yer alan İhsan ve Peyami, âdeta taparcasına seviyorlar onu. Kahramanları cepheye, savaşmaya sevk eden asıl güç Ayşe. Böyle olunca bireysel aşk -üstelik fazlaca romantize edilmiş bir aşktır bu- milli ruh halinin önüne geçiyor, Adıvar bir türlü bu romantik ve bence rötuşlanmış bireylerin dünyasını aşıp, devrin, toplumun ruhunu yansıtamıyor.
Buna bağlı olarak şunu da belirtmek isterim: Şüphesiz her savaş, vatanın işgali insanın ruhunda büyük fırtınalar -buna korku da dahil- büyük fırtınalar koparır; dolayısıyla toplumun bir ruh hâli, umutsuzluk, karamsarlık, milli heyecan vb. vardır. Adıvar, eserinde kahramanlarının psikolojik durumlarını yansıtmada da pek başarılıdır denemez. Ama şunu da teslim edeyim: Sultanahmet Mitingini anlatırken, halkın, sokağın ruhuyla temas eder. Bence onun eksikliği -ki bu Yakup Kadri’nin de eksikliğidir- Anadolu’nun ruhuyla temas edememesi. Bu romanda anlattığı Kezban, karşılıksız bir aşkın kurbanı Kezban değildir Anadolu. Bu da bir dışarıdan bakış, yapay bir öyküdür eserde. Adeta bir efendi-köle öyküsü gibi karşılıksız aşkı uğruna İhsan’ın peşinde koşar durur bu kız çocuğu. Adıvar, yine Milli Mücadele öyküsünün dışına çıkmış, bir aşk öyküsüne kaptırmıştır kendini.
Bir de Anadolu!.. Romanın bir bölümü Adapazarı, Geyve, Eskişehir, Ankara, Polatlı, Sakarya civarında, köylerde, cephede geçiyor. Adıvar, Anadolu’ya giremiyor bir türlü. Belki biraz -ama vahşi ve asi ve şâki yönüyle- Mehmet Çavuş’la değmeyi deniyor. Oysa Anadolu Mehmet Çavuş değil! Yukarıda söylemiştim Kezban da değil!.. Üç vatansever şehirli _İstanbul’lu diyelim- Peyami, İhsan ve Ayşe… İhsan romanın bir yerinde Peyami ile konuşurken şöyle der:
“Şimdiye kadar zeytinyağıyla su gibi duran bu halkla biz kaynaşmalıyız.” (s. 89)
Halide Edip farkındaydı muhtemelen bu sorunun. Savaşın yarattığı psikolojiyi yansıtamadı, tarihî bir romandan beklenen zamanın ruhu, devrin psikolojisi “Ateşten Gömlek”e pek yansımadı, Ayşe’ye duyulan aşk ve güçlü kadın tipi yaratma tutkusu, savaşın önüne geçiyor Halide Edip’te.