Gogol’un “Müfettiş”i (Çev. Koray Karasulu, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2017) başarılı bir oyun değil bence. Çünkü daha başta Hlestakov’un kasabalılarca müfettiş sanılacağını ve tüm oyunun bu ‘yanılma’ üzerine kurulacağını tahmin ediyorsunuz. Ve sonra beklenen olaylar peş peşe diziliyor…
O hâlde önce şunu belirteyim: Bir roman, öykü veya oyunda olacakları daha başta tahmin etmek, o metni sonuna kadar okuma isteğini ve metinden alınacak hazzı azaltıyor. “Müfettiş”in en önemli kusuru bu! Dediğim gibi kasabaya bir müfettiş geleceğini öğrendikten sonra ve Hlestakov’dan bahsedildiğini okuyunca, hah diyorsunuz beklenen adam bu, tüm kasaba erkanı ve eşrafı onu müfettiş sanacak ve olaylar çorap söküğü gibi beklenen şekilde peş peşe dizilecek. Sonuçta metin bizi yanıltmıyor, ters köşeye yatırmıyor, sürpriz yok!.. Oysa özellikle mizahî eserlerde; daha doğrusu mizahın, nüktenin temelinde, deyiş yerindeyse okuru/ muhatabı ters köşeye yatırmak, sağ gösterip sol vurmak vardır. Mizah bu itibarla bir zekâ oyunudur, zekânın bütün ihtişamıyla kendini göstermesidir. Ben meselâ bizde Ömer Seyfettin, Refik Halid ve Haldun Taner’de böyle bir zekâ bulurum. Bu bağlamda Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” çok beğendiğim bir hiciv örneğidir. Eserde hicvi sağlayan asıl vasıf anlatıcı Hayri İrdal’ın -o saf, fazla bir şey okumamış, hatta cahil intibaı veren İrdal’ın- safça ve gayet ciddi, güya nesnel bir dil kullanmasıdır. Ama bu saf ve biraz cahilce görünen ciddi dilin altında okur sürekli gülünç ve alaycı bir gizli yüzün varlığını hisseder; ciddiyetle söylenen her sözün altını kazıdığında -bunu kazıyıp görmek de ayrı bir zekâ ister- alaycı bir ima, gülünç de olsa bir gerçek bulur. Bana kalırsa işte bu ‘örtük dil’dir mizahı oluşturan, bu yanıltmaca; bu ters köşe. Ama meselâ Tahsin Yücel’in “Yalan”ı da benzer bir hiciv olmasına rağmen, belki de yazarın Tanpınar’daki o örtük imalı alaycı dilin inceliklerine vakıf olamaması nedeniyle o denli kuvvetli bir ironik atmosfer veya etki oluşturamaz.
Aslında Gogol da bu yanılma/ aldanmadan yararlanıyor mecburen eserinde. Hlestakov adlı çulsuzun kasaba erkanı ve eşrafı tarafından müfettiş sanılması bir ‘aldanma’dır. Kasabada bir dizi gülünç olay ve davranışın çıkmasının asıl nedeni, bu aldanış ve yalanın doğru gibi algılanmasıdır. Daha doğrusu bu yalan veya yanılma, asıl gerçeği; insanların gerçek ve sefil yüzlerini ortaya çıkarır. Gogol’un amacı da budur zaten; bir yanılgıdan hareketle toplumsal ve bireysel çürümeyi; yolsuzlukları, rüşveti, tabasbusu, yaltaklanmayı, taşranın merkez karşısındaki ezik kişiliğini yansıtmak… Yansıtır da. Çarlık dönemi Rusya’sındaki toplumsal çürümeyi bir kasabada cereyan eden gülünç bir olaydan hareketle hicveder! Ama hicivde okuru bir türlü ters köşeye yatıramaz, sadece kasaba erkânı ve eşrafını ters köşe yapmakla yetinir. Oysa güçlü bir mizah duygusu uyandırmak için hem okuru hem şahıs kadrosunu ‘kandırmak’ gerek. Gogol, okuru kandıramıyor, sadece şahıs kadrosunu kandırıyor.
“Müfettiş”te kasaba erkânı ve eşrafı, bu yalana inandıkları ve korktukları için eteklerindeki tüm taşları ortaya döker, hatta birbirlerinin kusurlarını söyler, bir ‘çulsuz’ karşısında aptal durumuna düşerler. Gogol böylece -aslında tüm mizah yazarları böyledir- bir çulsuz aracılığıyla yolsuz, ikiyüzlü otoriteden intikam alır. Gülme, gülünç duruma düşürme, bir intikamdır çünkü! Metin, içerdiği intikam duygusuna okuru da kattığı ölçüde kalbî bir ortaklık oluşturur. Sanat eserlerini başarılı kılan asıl ölçütlerden biri de işte bu ‘kalbî ortaklık’tır.
Adalet arayan her okurun içinde bir ‘müfettiş’ var!.. Bizi böyle metinleri okumaya teşvik eden de o müfettiştir zaten…