Flaubert, delilik ve sanat

Alaattin Karaca

Gustave Flaubert, “Bir Delinin Anıları”nda (Çev. Ayberk Erkay, Sel Yay. 2010) “Kuşku, ruhun ölümüdür.” dedikten sonra, bunun bilimden doğan ve insanı deliliğe sürükleyen bir hastalık olduğuna işaret eder. Kuşku, neyin gerçek neyin yalan/ hayal olduğunu bilememe, zihinsel olarak arada ve boşlukta asılı kalma hâlidir ve kanaatimce insana ruhen büyük bir acı verir. Bu durumda zihin sürekli soru üretir, ama en acısı bu sorulara bir türlü cevap bulamaz. Peyami Safa’nın “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu”ndaki başkahraman Ferit’in pansiyondaki hâli büyük ölçüde buna benzer. Delikanlı zaman zaman yanı başında, hatta yatağında bir siyah köpek görür, sonra pansiyonda geceleri dolaşan çıplak kadın hayaletleri… Hatta bir gece yine bir çıplak kadın kilitli odasına girmiş onu boğmaya kalkışmıştır! Bütün bunlara aklıyla bir türlü cevap veremez, zihin karanlıklar içindedir, halüsinasyonlar görür, gerçeklikten kopar, hatta düşü gerçeğin yerine koyar. Durumu, Flaubert’in söz konusu eserindeki delilik tanımına uygundur, mantık kuşkunun girdabına kapılmıştır.

Flaubert’in kahramanı Ferit gibi halüsinasyonlar görmüyor ama gerçeklikten kopma, içe gömülme gibi belirtiler bakımından birbirlerine benziyorlar. Meselâ eylemden ziyade uzun uzun düşüncelere dalma, dış dünyadan çok iç âlemde yaşama gibi. Flaubert’in kahramanında görülen ilk belirtiler bunlar: Düşlerde geçen bir çocukluk! Uzun uzun akan sulara, denize, hudutsuz ufuklara bakma… Gördüğü sonsuzluk, bomboş bir girdap. Göktedir, yani hayal âleminde, şiirin kanat çırptığı meskende şimdilik. Ama orada sürekli kalamaz, yeryüzüne inmek zorundadır, şiir yetmez, felsefenin topraklarına sokulur. Ama hayır, eşsiz dehası bir tutam otun karşısında apışıp kalmış, bir toz zerresinin hakkından gelememiştir. Uçsuz bucaksız bir boşlukta, şüphenin girdabındadır artık.

Delilik, bir tür uyumsuzluktur da. Flaubert’in kahramanı da uyumsuzdur. Okuldan, “düzenli yaşamlardan, belirlenmiş saatlerden” (s. 27) hoşlanmaz. Çünkü okul ya da toplumsal düzen, hayallerle beslenen çocuğu görkemli düşlerinden uyandırıp korktuğu ve tiksindiği maddeci, mantıklı dünyanın atmosferine girmeye zorlamaktadır. Evet, bu da bir ‘delilik’ belirtisi, toplumsal düzene, normlara başkaldırma, bir tür uyumsuzluk!.. Nitekim kahraman, bu evrede sanatın düşsel dünyasında yaşar. O hâlde sanat da gerçeklikten kopma, düşsel bir âlem yaratma ve orada yaşama bakımından bir tür deliliktir. Bu durumda sanatkâr ruhlu kahraman, kendini ötekilerden ayırır, hayalperestliğiyle alay edenleri “Çapsız, bayağı, darkafalı” (s. 19) olarak görmeye başlar. Kanaatimce bu, çoğu sanatçıda görülen narsist eğilim belirtileridir. Bu eğilimiyle sanatkâr, kendini ötekilerden üstün, “zihni yaratının hudutlarında kulaç atan, şiir diyarlarının müdavimi olmuş”, “ruhunun kuytularında keşfettikleriyle nice tanrısal hazlara sürüklenen” (s. 20) biri olarak görür.

Gerçeklikten kopma, uyumsuzluk, iç âleme gömülme, dolayısıyla yadırganma, giderek onu dış dünyaya, medeniyete, toplumsal düzene cephe almaya götürür. Medeniyet, ona göre iyi yürekli, masum çocuğu, fesat adama dönüştüren, şiirin ve yüreğin ışıklarına doğru uzanan her şeyi kurutan, solduran, çürüten bir çoraklıktır. Bu noktada büyük bir kasvet kaplar ruhunu. Karamsarlık, deliliğin bir başka belirtisidir. Bu ruh hâlini kahraman, “Nefes alıp vermeye erindiğim günler oluyor, ruhumu bir kefen gibi saran kasvetli bir sıkıntı hiçbir yerde peşimi bırakmıyordu.” (s. 35) diye anlatır.

Sonra büyük bir aşk!.. İlk aşk! “Ruhuma bir ses misafir olmuştu” diye ifade ediyor aşkı Flaubert (s. 46). Kıskançlıklar, kuruntular. Tüm kadınlarda ilk aşkı arama. Yürek işi aşk ve “yürek aptaldır.” (s. 67). İnsan evlâdı, aşkla göğe yükselir, ama kendini etin acizliğine, bedenin dermansızlığına zincirler, göğü düşlerken, çamura düşüverir.

Eserde sanata dair güzel tespitler de var. Sanat, ruhun coşkuya kapıldığı anların ürünüdür. İnsanı taşa, ruhu sözcüklere, duyguları seslere, tabiatı tuvale sığdırır. Ruhun sonsuza ve muğlaka olan sınırsız arzusunu doyurur. Dünya nasıl görüyorsak öyledir. Bu bakımdan iki tür sanatçı vardır. Kimileri her şeyi masmavi, kimileriyse sapsarı ve simsiyah görür!.. Biri melankolik sanatçı, diğeri rint.

Gogol’un delisi de hayal âlemindeydi, kendini İspanya kralı sanıyordu. Flaubert’in sanatkâr ruhlu kahramanı da öyle, bir düş âleminde, gökle yer arasında kalmış bir uyumsuz, bir münzevi. Büyük karamsar.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.