Eski İstanbul deyince; eğer cinli perili olağanüstü efsane ve masallar söz konusuysa, önce Hüseyin Rahmi Gürpınar gelir aklıma; günlük hayat, semtler, meşhur simalar ve gelenekler söz konusu olduğunda ise Ahmet Rasim, Reşat Ekrem Koçu, Sermet Muhtar Alus, Refii Cevat Ulunay, Refik Halid Karay, Ercümend Ekrem Talu, Osman Cemal Kaygılı gibi yazarlar geçer aklımdan… Dolayısıyla İstanbul, dehlizleri, ermişleri, türbeleri, cinli, perili, hortlaklı olağanüstü öyküleriyle zengin bir edebiyat sunar bize. Kanaatimce bu, çağdaş Türk edebiyatı için de önemli bir kaynaktır. Nitekim yeterli ölçüde değilse de, Orhan Pamuk, Selim İleri, Ahmet Ümit, İhsan Oktay Anar vb. yazarlar kendilerince yararlanıyorlar bu zengin kaynaktan.
Bu hafta okuduğum ve 12 öykünün bulunduğu Murat Erşahin’in “Küçük Sırlar Dükkânı” (Ötüken, 2019)’nın kaynağı da yukarıda belirttiğim ‘esrarengiz’ İstanbul edebiyatı. Kanaatimce Erşahin’in tüm öykülerinin bariz ve ortak vasfı, ‘esrarengiz’liktir. Akıl ve bilimle açıklanamayan esrarengiz olay, mekân ve kişileri içermesi itibarıyla bunları gotik edebiyat içinde değerlendirmek gerekiyor.
Yazarın öykülerinin çoğunda şöyle bir şema var: Üçgenin bir köşesinde tuhaf, esrarengiz adamlar bulunuyor. Bunların bir bölümü, gelecekte olacakları sezen veya muhataplarının geçmişteki bazı sırlarına vakıf pir-i fânilerdir. Örneğin “En Uzun Gece”deki Adnan Bey, “Acısız Bir Ölümün Kefareti”nde belediye otobüsündeki meçhul adam, “Geçmişten Gelen Küçük Bir Hediye”deki diş tedavisine gelen hasta, “Kadim Denizin Bekçisi”ndeki Yakup”, bu tür kişilerdir. Bunların bir kısmı, kahramanları uyarma veya kurtarma işlevi görürken, bir bölümü –Örneğin “Dördüncü Tepede Tuhaf Bir Kayboluş”ta eski konsolunu satmaya gelen meçhul kişi, “Küçük Sırlar Dükkânı”ndaki Yannis, “Beyaz Gece”deki meçhul adam, “Arzın Damarlarına Esrarlı Bir Seyahat”teki tuhaf adam gibi- kahramanı çıkmaz sokağa, dehlizlere, esrarengiz kayboluşlara veya ölüme sürükler.
Öykülerdeki şemanın ikinci ayağında ise olağanüstü, esrarengiz kişi, varlık ve olaylara muhatap karakterler yer alıyor. Bunların çoğu, ya emekli ya esnaf veya denizci olan İstanbul’un yerli tipleridir; genelde tuhaf kişilerle dükkânlarda, kıraathanelerde, gotik atmosfere uygun biçimde karanlık vakitlerde, kışın karşılaşırlar. Öykülerin kaynağında, kış geceleri çıkan ifritler, denizci inanışları, hazine arayanlar ya da İstanbul dehlizleriyle ilgili olağanüstü, korkutucu rivayetler vardır.
Öykülerdeki şemanın üçüncü önemli ayağını ise esrarengiz, korkutucu olaylar oluşturuyor. Bu olayları akıl ve bilimle açıklamak mümkün değil. Örneğin “Kadim Denizin Bekçisi”ndeki esrarengiz adam Yakup, gece Boğaz’a atlar ve iki ceset çıkarıp Karacaahmet Mezarlığı’na gömerek, onların ruhlarını huzura erdirir, “Tekinsiz Bir Deniz Kuşunun Tuhaf Tasallutu”nda bir martı eski bir kavgadan dolayı bir denizcinin mezarını ve torununu sürekli taciz eder, torun ancak dedesinin bir eşyasını vererek martıdan kurtulur…
Öykülerin genel özellikleri böyle… Gotik edebiyatın en bariz özelliği, esrarengiz kişi, varlık, mekân ve olaylar vasıtasıyla okurda korku ve tedirginlik uyandırmaktır. Bunun içinse, ana ve ara düğümlerle merak duygusunu diri tutmak gerek Oysa Erşahin’in öykülerinde güçlü bir gotik gerilim ve entrik örgü yok. İkincisi öykülerin atmosferi, genelde eski İstanbul’u çağrıştırıyor; ancak olaylar ve kahramanlar günümüzde yaşıyorlar. Üçüncüsü, günlük hayat ve diyaloglar sönük. Bu nedenle yapaylık hissi uyanıyor. Bir de cümleler, çok uzun ve yorucu... Erşahin’in eski İstanbul’un esrarengiz öykü kaynaklarına eğilerek gelenekten beslenmek istemesi iyi; ama sürekli aynı gotik şemayı tekrar ederse çıkmaza girebilir.