Sakin, sıcak bir gün. Gökte güneş, tüm heybetiyle tahtına kurulmuş. Yaz, bütün hararetiyle toprağa, suya ve havaya hâkim artık. Dört yanı ormanla kaplı bir gölün kenarındayım. Derin bir sessizlik! Arada bir gölde yüzen bir balığın sudan fırlayıp düşerken çıkardığı sesleri duyuyorum. İşte yine büyük bir balık aniden suyun yüzüne fırladı, sonra şaap diye düştü ve arkasında halkalar bırakarak gölün derinliklerinde kaybolup gitti. Ardından bir kelebek geldi yanımdaki fesleğene kondu. Gözlerimi kapattım. Tam da öyleydi işte; Tanpınar’ın dediği gibi: “Başım sükûtu öğüten/ Uçsuz, bucaksız değirmen”… Sonra serin bir rüzgâr esti, önümdeki romanın sayfalarını karıştırdı, ardında hoş bir yasemin kokusu bırakıp gitti…
Bugün Ernst Jünger’in Cam Arılar’ından bahsedeceğim. Jünger, bir kahin sanki! 1957’de yayımladığı bu romanda, teknolojinin yaratacağı büyük değişimi önceden görmüş, makinenin egemen olduğu yapay bir dünyayı anlatmıştır. Burası, teknoloji patronu Zapparoni’nin ürettiği robotların uçuştuğu deney bahçesidir. Yazarın deyişiyle “sadece çocukların değil, aynı zamanda yetişkinlerin de hayallerle mest olarak zamanı unutmasını sağlayan bir Lilliput imparatorluğu” (s. 12).
Romanda olaylar, eski bir süvari askeri olan Richard’ın, askerlik arkadaşı Twinnings’in yardımıyla küçük robotlar üreten Zapparoni’nin dev teknoloji fabrikasında iş bulması ve patronla görüşmeye gitmesiyle başlar. Richard, âdeta “seferberlik provasını andır[an]” (s. 146) bu fabrika arazisinde robotlar, otomatlar ve kesik kulaklar görür. Gördüklerine dair izlenim ve düşüncelerini dile getirir. Zaten romanı özgün kılan da bu felsefî ve sosyolojik yorumlardır. Böylece Jünger, at sırtında savaşmış –bu arada eserde at’ın teknolojiye karşı doğal/ geleneksel yaşamı simgelediğini belirteyim- Richard vasıtasıyla insanın yeni teknoloji karşısında yaşadığı şaşkınlığı ve kaygılarını ifade eder. Dolayısıyla Cam Arılar, herkesin “maddeler aracılığıyla tahakküm altına” alındığı, çocukların hayallerinin ve rüyalarının dahi zapt edildiği (…) piyasayı “parayla methiyeler düzen yazarların” (s. 187) doldurduğu çağı eleştiren bir romandır. Nitekim “makinelerin tüm kötülüklerin başı olduğuna” (s. 58) inanan Lorenzo’nun intiharı da makineleşmeye yönelik bir protestodur.
Romanın 2 önemli kahramanı var. Biri Richard, diğeri teknoloji patronu Zapparoni. Zapparoni, teknolojinin egemen olduğu ‘yeni dünya’nın imparatoru, bu cüceler tiyatrosunu her Noel’de yeni dekorlarla süsleyen ve yepyeni figürlerle donatan büyük patron (s. 12). Romanın anlatıcısı ve başkahramanı Richard ise, değişimi dikkatle gözlemleyen, “Kültürün hüküm sürdüğü dönemlerden gelen” (s. 134), eski ile yeni, doğalla yapay arasında kalmış, daha çok doğala yakın duran, yozlaşma ve teknolojiden kaygılanan, “artık atların kişnemediği şehirlerin ortasında” (s. 55) yaşayan, “yüzünde demirden bir protez taşıyan” (s. 65) çağın Polyphemos’tu tarafından mağlûp edilmiş eski bir asker. Romanda, yaşanan değişme ve yozlaşmaya işaret ediyor, geçmişi özlemle anıyor. Örneğin bir yerde; “Yine de bazen geçmişin sesini duyardım; güneşin ilk ışıklarıyla birlikte trompetler kalbimizi titreterek çalar, atlar usul usul kişnemeye başlardı. Bunların hepsi geride kalmıştı.” (s. 31), “Atlarımızdan inmek zorundaydık” (s. 56) diyor, bir başka yerde sinema teknolojisinin çocukları uykusundan ettiğini, uyuduklarında ise huzursuz rüyalar (s. 39) gördüklerini belirtiyor.
Bence bilge bir yazar Jünger. Maceraya değil bilgeliğe önem verenler, bu romanda ruhlarına uygun birçok satırın altını çizecek ve batılı bir yazarın teknoloji karşısında duyduğu kaygılara eşlik edecek!..
Makine hayatımızı kolaylaştırıyor, evet! Ama insanın “Yüzündeki gülümseme tüm otomatlardan daha güçlü” (s. 188) değil mi?..
Gölde bir balık daha sıçradı. Kitabı kapatmış, gölün derinliklerinde bana gülümseyen bir hayale dalmıştım…