İtalyan yazar Domenico Starnone’nin romanı Bağlar, bir ailede ‘ayrılma’ nedeniyle yaşanan sorunları, ayrılığın karı-koca ve çocuklar üzerinde yarattığı psikolojik travmaları, aile bireylerinin birbirlerine ilişkin duygu ve düşüncelerini derinlemesine ele alması; hatta bu nedenle aile danışmanlarının -tabii ki aile bireylerinin de- mutlaka okuması gereken bir kitap.
Aile içinde yaşanan bir ayrılık/ çatışma, doğal olarak anne-baba ve çocukları ilgilendirir; çünkü etkilerine doğrudan onlar maruz kalırlar. Bundan dolayı Starnone Bağlar’da çoklu anlatıcı ve bakış açısını kullanıyor; eserinde çatışmanın etkilerine maruz kalan üç tarafı da (anne, baba ve çocuklar) konuşturuyor. Bence doğru bir seçim; çünkü ailevî bir sorunu tek kişinin bakış açısıyla anlatmak eksiklik olurdu. İşte bu nedenle romanın “Birinci kitabı”nda mektuplar aracılığıyla geriye dönüp anne Vanda’yı dinliyoruz. Vanda, kocası Aldo’nun Lidia adlı bir genç kıza tutulup evi terk etmesi üzerine yaşadığı ruh halini; öfkesini, suçlamalarını, sıkıntılarını dile getiriyor. Dolayısıyla bu bölümde anlatıcı Vanda’dır ve romanda terk edilen/aldatılan eşi temsil etmektedir.
Romanın “İkinci kitap” başlıklı uzun bölümünde bu kez sözü koca Aldo Minori alıyor. Çocukken yaşadığı travmaları, bunun evliliği üzerindeki etkilerini, Vanda ile nasıl ve hangi duygular içinde evlendiğini, evliliğe ve aileye ilişkin düşüncelerini, Lidia’ya tutulup evi terk edişini, onunlayken hissettiklerini, terk sonrası Vanda ve çocuklarıyla yaşadığı sıkıntıları, ardından Lidia’dan ayrılıp eve dönmesini uzun uzun dile getiriyor. Evliliğe yanlış adım atan, aradığını bulamayan, eşi karşısında genelde edilgen, aileyi ‘kendini gerçekleştirme’de bir bağ olarak görmeye eğilimli, sonunda eşini ve çocuklarını terk eden ‘mutsuz bir koca/baba’ o.
Bağlar’ın “Üçüncü kitap” başlıklı bölümünde ise, son söz çocuklarda –kız Anna, erkek Sandro- . Yıllar sonra, anne-babalarının çatışmaları ve ayrılıkları nedeniyle yaşadıkları travmayı, öfkelerini, yaşadıklarının sonraki yıllarda üzerlerindeki etkisini, anne ve babalarını, evlilikle ilgili düşüncelerini anlatıyorlar.
Çok gerekli miydi bilmiyorum ama; Aldo’nun sevdiği, uğruna ailesinden ayrıldığı genç Lidia’nın (sonra bir yazarla evlenir, üç oğlu olur) sesi yok romanda. Bir bölümde onun sesini de duysaydık keşke; bu ilişkinin bir tarafı olarak, onun duygu ve düşünceleri, ruh hâli de önemliydi bence.
Zamanın düz akışını bozmasına ve olayların akışında takdim-tehirler yapmasına rağmen olay örgüsünde bir boşluk olmayan, teknik açıdan da sıkı bir roman kanaatimce Bağlar. Ama ayrılık nedeniyle bir ailede yaşanan sorunları, tüm tarafların; babanın, annenin ve çocukların yaşadığı problemleri, ruhsal travmaları derinden kavrayıp, bu olayı yaşayan karakterlerin psikolojisini çok iyi yansıtması bakımından daha önemli. Dolayısıyla psikologlar için kaynak olabilir.
Romanın sonlarında Anna’nın şu sözleri her şeyi özetliyor:
“Anne babamız bize çok eğitici dört sahne öğretti (…) İlkinde annemle babam genç ve mutluydular, biz çocuklar da cennet bahçesinde keyif sürüyorduk. İkincisinde babam başka bir kadın bulup tüydü, annem keçileri kaçırdı. Biz çocuklar da cennet bahçesini kaybettik. Üçüncüsünde babam, fikrinden cayıp eve geri geldi, biz çocuklar da gene dünya cennetine girmeye çalıştık, annemle babam da bize sürekli çabamızın boşa olduğunu gösterdi. Dördüncüsünde biz çocuklar cennetin asla var olmadığını ve cehennemle yetinmemiz gerektiğini öğrendik.” (s. 126)
Son bölümde, büyüyen çocuklar, anne ve babaları tatildeyken, yılların öfkesiyle anne-babasının evini darmadağın eder. Bu, ailenin gerçekte darmadağınık olduğunu göstermektedir.