Aşkın nihaî amacı, kavuşmaktır. Ama burada genelde şu soru ihmal edilir: Seven, sevdiğindeki neye kavuşmak ister, neyi arzular?
Tolstoy, “Kreutzer Sonat”ında kahramanı Pozdnişev aracılığıyla arzulanan şeyin ten olduğunu ve buradan hareketle aşkın sadece bir kişiyi tercih etme durumu olmadığını ve sonsuza kadar da devam etmeyeceğini ileri sürüyor. Freud da ‘tensel aşk’ dediği bu olguyu; “cinsel tatmin beklentisiyle bir nesneye bağlanan duygu yatırımı” (Bruce Fink, “Lacan’da aşk”, s. 73) olarak tanımlıyor. Bu iddiaya göre aşk; Freud’un deyişiyle ‘duygu yatırımı’, arzulanan nesneye (ten) kavuşulduğunda biter. “Kreutzer Sonat”ın kadın kahramanlarından biri ise bunun aksine aşkın “aylar değil, yıllar değil (…) ömür boyu süren” (s. 17) bir duygu olduğu fikrindedir.
Gerçekten nedir aşk? Salt cinsel arzuların tatminine yönelik bir duygu mudur, arzu tatmin edildiğinde biter mi veya ömür boyu sürer mi? Bu soruları aklıma Andre Gide’in “Dar Kapı” (Timaş Yay., 2019) romanı getirdi. Çünkü Tolstoy’un “Kreutzer Sonat”ındakinin aksine bu eserde aşkın tensel ve geçici değil, ruhsal ve sonsuz niteliğine vurgu yapılmaktadır. Bu bakımdan “Dar Kapı”, “Kreutzer Sonat”ın anti-tezi olarak okunabilir. Nitekim Jerome ile Alissa arasındaki aşk öyküsünün anlatıldığı “Dar Kapı”da âşıklar, tensel arzularıyla hareket etmezler, beraber olmayı şiddetle arzulasalar da, kavuşmayı erteleyip ayrı kalmayı, bir bakıma İncil’deki “Dar Kapı”yı, çetin yolu seçerler ve kavuşamamalarına rağmen birbirlerini daima severler. Bu, “soylu bir aşk (fin’amour)tır. Lacan, soylu aşkın en belirgin özelliklerinden birinin cinsel dürtülerin bilinçli biçimde engellenmesi olduğunu, bunun ise tutkuyu körükleyip aşk hissini güçlendirdiğini söyler (“Lacan’da aşk”, s. 233-234). Nitekim Jerome ve Alissa, Lacan’ın görüşüne uygun olarak, cinsel arzularından hiç bahsetmezler, belki de böyle bir birleşmenin aşkı bitireceğinden korkarlar. Bu korkuyu Alissa, Jerome’ye yazdığı bir mektupta; “…ileride kendimi sana verdikten sonra senin artık benden hoşlanmadığını gördüğüm takdirde çekeceğim acıları düşünüyorum.” (s. 50) diyerek itiraf eder.
“Dar Kapı”da aşkın dikkati çeken bir başka hâli de, kavuşmalarına bir engel olmamasına rağmen özellikle Alissa’nın bilinçli biçimde sevdiğinden uzak kalma çabasıdır. Nitekim bunu; “itiraf etmem gerekiyor ki seni uzaktayken daha çok seviyorum.” (s. 100) vb. cümlelerle sıkça dile getirir ve Jerome’den olabildiğince uzak durur. Bunda elbette başka etkenler de rol oynuyor. Ama âşıkların ayrılığın verdiği ıstıraptan garip bir haz, aynı zamanda büyük bir özlem duydukları ve aşklarını sürekli diri tutan şeyin de bu özlem ve ıstırap olduğu açık. Belli ki Gide’in amacı, aşkın asıl amacının tene değil daha yüce ve sonsuz bir mutluluğa, erdeme ulaşmak olduğunu anlatmak ve soylu aşkı yüceltmek. Nitekim Alissa; “Oh Tanrım! Beni çok çabuk erişebileceğim bir mutluluktan koru! Mutluluğumu uzaklaştırmayı, sana kadar götürmeyi öğret.” (s.137) sözleriyle asıl amacının ‘çabuk erişebilecek ve geçici bir mutluluk’ değil, Tanrısal ve sonsuz mutluluk, “ermişlik” olduğunu belirtir ve sonunda da beşerî aşktan Tanrısal aşka, bir bakıma Bakire Meryem’in kutsal katına yükselir. Hatta bu hâlini Tanrı’ya; “…neden seninle benim arama onun (Jerome) görüntüsünü koyuyorsun.” (s. 145) cümlesiyle ifade eder.
Sonuçta gerçek aşk, Lacan’ın deyişiyle soylu aşk, İncil’de de belirtildiği üzere ancak “Dar Kapı”dan girilebilen çetin ve çileli bir yoldur. Bu kapıdan sadece Alissa ve Jerome gibi yüce ruhlu âşıklar geçebilir. Tabii bu Gide’e göre böyle. Oysa aşkın türlü türlü hâli var; herkesin Leyla’sı başka!..