Bir edebî eserin başarısını veya başarısızlığını ölçen asıl özne, kuşkusuz okurlardır.
Okurların eğitim ve kültür düzeyleri, zevkleri, mizaçları, yaşları, hatta okuma zamanındaki sosyal ve psikolojik durumları, bir eseri ölçme ve beğenmede elbette farklılıklar gösterir. Ancak belli bir düzeye erişmiş çoğu okur, okudukları eserin başarılı ya da başarısız yönlerine ilişkin genelde ortak bir kanaate ulaşır.
Bir edebî eser, okurun gözünde niçin değer kazanır, onu neden etkiler veya neden başarısızdır?.. Bu, uzun bir konu. Ama söyleyeceklerimin bir kısmını Henry James’in “Daisy Miller” (İthaki Yay., 2019) adlı uzun öyküsünden örnek vererek anlatırsam daha somut olacak sanırım.
Sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: “Daisy Miller”, yazarı her ne kadar “Yazdıklarım arasında ‘başarıya’ gerçekten yaklaşabilecek bir eserdi” (s. 8) dese de bence çoğu yönden zayıf bir öykü.
Evvelâ; bir edebî eserde -özellikle olaya ağırlık verilen öykülerde, okurun sonra cereyan edecek bir olayı önceden tahmin etmesi, öğrenmesi, istenilen bir durum değildir. Çünkü bu durumda, okuru sürükleyen merak duygusu ölür; dolayısıyla metnin geri kalan kısmı tat vermez. İnsanı, bir metni sonuna kadar okumaya iten asıl şey, bilinmezliktir, meçhul bir şeyi bilme/ öğrenme arzusudur. Oysa Henry James, daha öykünün ortalarında Roma’daki sıtma tehlikesinden bahsederek, okura, daha sonra bu bağlamda bir olayın cereyan edeceğini sezdirmiştir. Burada sorun yok, hatta olaya zemin hazırlama bakımından yapılması gerekir de. Ancak 104. sayfada Winterbourne, Kolezyum’da Daisy ve Giovanelli ile karşılaştığında konuşmalarında ısrarla genç kızın sıtmaya yakalanabileceğine dair uyarılarda bulunur. Dikkatli bir okur, bu konuşmalar sonrasında genç kızın sıtmaya yakalanacağını kuvvetle hisseder. Ve sonuç, tam da beklediği gibi olur: Daisy, âniden -evet âniden; bu da bir iç denge sorunudur- sıtmadan ölüverir!.. Ben, bu dramatik sonun öykünün genel akışına pek de uymadığını, yazarın öyküsünü dramatize etmek, hatta Daisy’yi okur nezdinde temize çıkarmak için kurguladığı duygusuna kapıldım. Bu bakımdan zorlama gibi geldi. Bir de anlatma hızı, sonda o kadar çabuk ki! Daisy bir anda sıtma oldu, öldü ve öykü sona eriverdi. Oysa ‘anlatma hız’ındaki dengeyi gözetmeli bir yazar. İlk bölümdeki gereksiz yavaşlık ile sondaki hız arasında karşılaştırılma yapıldığında bu dengesizlik daha açık görülüyor.
İkincisi… “Daisy Miller”, kahramana odaklı bir öykü. Öykünün başkahramanı Daisy adında genç bir Amerikalı kız. Onun ana vasfı, özellikle aşkta birbiriyle çelişkili davranışlar sergilemesi. Belli ki ruhunda bir karmaşa, bir arzu, bir boşluk var ve o boşluğu doldurmak için Winterbourne ile Giovanelli arasında bocalıyor. Ana problemi bence psikolojik. Ancak Henry James, kahramanındaki çelişkili davranışları ve boşluğun yarattığı ıstırabı; kısaca genç kızın psikolojisini derinleştiremiyor, sonunda davranışlarının nedeni de okurun zihninde muğlak kalıyor. Aynı eksiklik, Daisy’nin aşkıyla çırpınan Winterbourne ve hatta ruhsuz bir kukla olmaktan öte gidemeyen Giovanelli için de geçerli. Oysa bir öyküde karakterlerin psikolojisi öne çıkıyorsa, yazar bunu kuvvetle tasvir edebilmeli. “Yeraltından Notlar’ın başkahramanına, Beckett’in Murphy’sine, “Kruetzer Sonat”ın Pozdnişev’ine bakın, ruh hâlleriyle okuyucuyu nasıl etkiliyorlar!..
Hâsılı gerek karakterleri gerek olay örgüsü itibarıyla gevşek dokulu, zayıf bir eser “Daisy Miller”. Karakterlerin davranışlarının arkasında duygusal, düşünsel, psikolojik veya felsefi bir derinlik yok. Bu nedenle ne Daisy ne Winterbourner ne de Giovanelli, okurda bir iz bırakabiliyor. “Solgun bir gül oluyor okuyunca”, o kadar!..