Geçen hafta Cenap Şehabettin’in “Âfâk-ı Irak” adlı eserinden ve Şiîlikle ilgili görüşlerinden bahsetmiş, Şiîliğin doğuşuna dair değerlendirmelerini nakletmiştim. Bugün kaldığımız yerden devam edelim…
Şiîlik, bir mezhep hâline gelmeden önce kendine uygun bir hâlet-i ruhiye buldu, demişti Cenap. Buna Mecusilik’ten gelen etkileri eklemiş, III. Yezdicerd’in kızı Şehrbanu’nun Hz. Hüseyin’le evlenmesiyle kurulan akrabalık bağının ve Hz. Ali’ye izafe edilen kahramanlık hikâyelerinin de bu mezhebin doğuşuna zemin hazırladığını söylemişti. Neticede evlâd-ı Hz. Hüseyin bu mezhebin temellerini atmış, Şiîlik, fiilen değilse de bir fırkanın kalbinde beşinci bir mezhep olarak yeşermiştir. Nihayet 6. İmam, Cafer-i Sadık b. Muhammed Bakır, “Ali minnî ve ene minhu”, “Yâ ente minnî bi menzilet Hârûn min Musa”, “Ene medînetü’l-ilm ve Aliyyün bâbuhâ” vb. hadislere, hikâyeleri ve yaygın rivâyetleri de ekleyerek Caferî mezhebini kurar. Bu evrede ehl-i sünnetle ayrılığa dair bir işaret yok. Hatta Cafer-i Sadık, anne tarafından Hz. Ebubekir’e akraba, İmam-ı Azam Ebu Hanife de öğrencilerinden biri. Ancak hilâfet ve imamet meselesi daima bir ihtilâf konusu…
Abbasi halifelerinden Memun, bu tefrikayı bitirmek için kızı Ümmülhabil’i 8. İmam Ali Rıza b. Musa Kazım’la evlendirip onu kendisine veliaht tayin etmiş ama bu teşebbüs de sonuçsuz kalmış. Bundan sonra gelen Muhammed Tâki, Ali Nâki, Hasan Askerî’nin imametleri dahi tartışılmış, imamet 12. İmam Mehdi’nin serinlik odasında (serdâb) esrarengiz biçimde kaybolmasıyla fiilen ortadan kalkmış. Ancak dava sürmüş, bu defa 70 sene, kaybolan imamın geri dönmesi beklenmiş, imamete bir de naiplik meselesi eklenmiş. Neyse ki dördüncü naip, buna son vermiş!..
Cenap’a göre bu evreden sonra Şiîlik, siyasî bir mezhebe dönüşüyor. İslâm beldelerine yayılan seyitler, imamet ve hilafet iddiasıyla çeşitli hükûmetler kuruyorlar. Meselâ, İmam Cafer’in oğlu İsmail, Kafkasya’da Elbrüz Dağı civarında İsmailî taifesini oluşturuyor. Akabinde Fatimîler, İdrisîler, Aybidîler ve çeşitli küçük hükûmetler…
Şiîliğin bir siyasî mezhebe dönüşmesi, asıl İsmail Safevî zamanında olmuş, dergah, şeyhliğinden şahlığa yükselen Şah İsmail, milli birliği kurmak ve İran’ı diğer İslâm hükûmetlerinden, özellikle Osmanlı Devleti’nden uzak tutmak için Caferî mezhebini kullanmaya başlamış. Şiîliğin devletin resmî mezhebi olmasıyla tefrika kemikleşmiş. Zamanla bu mezhebe Mecusilikten tesniye, Hint dinlerinden teslis, farklı inanışlardan türlü hurafe ve bidatler karışmış. Mesela, Aliyyüllahi ve Gâliye gibi, işi Ali’nin ilahlığına götüren taifeler çıkmış. Bunlar, Hz. Ali şehit olmadı semaya yükseldi diyorlar ve İmam Mehdi’nin kayboluşunun sürdüğünü ileri sürerek; “Mademki imam yoktur, namaz da farz olmaktan çıkmıştır” safsatasına inanıyorlar. Yazısını, böylece “asıl İslâm’a yan bakan bir İkinci İslâmiyet çıktı.” sözleriyle tamamlıyor Cenap.
Cenap’ın görüşleri özetle böyle… Bir Osmanlı aydınının Şiîliğe bakışını yansıtması bakımından önemli. 1914’te yazılan bu metin, bugünkü çatışmalar bağlamında okunduğunda ‘taraflar’ için farklı anlamlar içerebiliyor. Bana düşen hisse ise şu: Coğrafyamızın durumu maalesef bu; ihtilâflar, bir sürü dinî, mezhebî, etnik fırka… İslâm’a karışan türlü hurâfe! Bugünkü çatışmalar da –kasten- bu dinî, etnik ihtilâf ve hurâfeler üzerine kuruluyor. Bu noktada İslâm ülkelerine büyük görev düşüyor: İslâm dünyasındaki anlaşmazlıklarda ‘dış güçler’in peşine takılıp ‘taraf’ olmak yerine ‘hakem’lik yapmaları ve sorunları kendi aralarında çözmeleri gerek. Aksi hâlde Âkif’in şu mısraını tekrar ederiz:
“Boğuyor âlem-i İslâm’ı bir azgın fitne”