Yaz bitti… Yayın piyasası kıpırdanır sonbaharla beraber. Cemil Kavukçu’nun Balyozla Balık Avı adlı kitabı kıpırtının ilk işaretlerindendi. Severim Kavukçu’nun öykülerini. Genelde kasabalardaki günlük hayatı, sıradan insanları, aileleri, esnafı ve gençleri anlatır. Hayata müdahale etmez; kahramanlaştırmaz kişilerini. Büyük hayalleri, derin felsefî bunalımları yoktur onların. Ama yaraları vardır, kimi aşktan, kimi ailevî sorunlardan dolayı incinmişlerdir. Zaman bu kasabalarda ya da köylerde, kendi hâlinde, geriye döndürülemez bir ırmak gibi akıp gider…
Balyozla Balık Avı’ndaki öykülerinde özetlediğim tarzı sürdürüyor yazar. Kimi kez geriye dönüşler ya da rüyalarla zamanın akışının bozulduğu görülse de, gücünü teknikten alan metinler değil bunlar. Bence öykülerinin en dikkat çeken yanı, taşra hayatını, köy ya da kasabalarda yaşayan sıradan insanları konu edinmesi. Bu bağlamda -“Balyozla Balık Avı”, “Anma Arkadaş”, “Atbaba”, “Elifba” adlı öykülerdeki gibi- mekân, çoğu kez köy veya kasabadır. Söz konusu öykülerde kasaba esnafı, inşaat işçileri, çiftçiler öne çıkıyor. Bence “Atbaba”, kasaba hayatını ve esnafını (Bezzaz Tekfar) anlatan en başarılı öykülerden biri. Aynı şekilde “Anma Arkadaş” da kasabalardaki gençleri, onların saf ve delice aşklarını konu edinen güzel bir öykü.
Kavukçu, öykülerinde toplumsal sorunlara da değiniyor. Örneğin “Atbaba”da Bezzaz Tekfar, babasının yaptığı yanlış bir tedaviyle çocuk yaşta tek gözünü kaybediyor ve bu onun ruhunda derin bir iz bırakıyor. “Elifba”da çocuk Emin, büyüklerin ‘günah anlatıları’ nedeniyle ağzının burnunun çarpıtılacağından korkup kabus görüyor; psikolojik bir travma yaşıyor. Yeri gelmişken belirteyim: Kavukçu “Elifba” öyküsünde Kuran öğreten Atiyanım’ı otoriter, sert ve korkutucu bir karakter şeklinde tasvir ederek, bu konudaki alışılmış ‘propagandist’ söylemi –tarzına uymamasına rağmen- besliyor.
Yazar, kimi öykülerinde de orta hâlli aileleri, bu ailelerdeki geçimsizlikleri ele almakta. “He” ve “Bir An ya da Her An İçin” adlı öyküler bu kümede değerlendirilebilir. Bence akraba kadınlar arasında kalmış bir ‘koca’nın sıkıntısını konu edinen “He”, kitabın en iyi öykülerinden biriydi. Söz konusu metinlerde genelde ‘mutsuz evlilikler’, sert, geveze ve geçimsiz kadın karakterler öne çıkmakta. Yukarıda demiştim ya, Kavukçu’nun öykülerinin derininde çoğu kez bastırılmış, silik ama önemli bir yara gizli. Kimi yaralar, kırıklıklar, korkular, “Balyozla Balık Avı”, “Atbaba”, “Elifba”, “Bir An ya da Her An İçin”, İprik” adlı öykülerde görüleceği üzere rüyalarla dışa vuruluyor. Bu bakımdan rüyalar, Kavukçu’nun öykülerinde önemli bir yer tutmakta.
Kitaptaki kimi öyküler ise yaşlı karakterleri konu edinmiş. “Özel Gün”de toplumdan kaçan, iletişim kurmaktan korkan bir emekli grubuyla karşılaşıyoruz. “Ceviz”de öykünün kahramanı yalnız ve konuşmak isteyen, “21. Cadde”de bulunduğu mekanı unutmuş, adresini bulamayan bir yaşlı.
Kitapta “Kuşun Kanadındaki” adlı öykü, dramın daha koyu çizgilerle belirtilmesi ve kentli insanları ele alması nedeniyle diğerlerinden ayrılıyor. Mutsuz bir aşkın, sevgilisi tarafından itilmiş bir kadının (Esra) konu edildiği bu öykü, Kavukçu’nun drama fazla prim vermeyen tarzını zorluyor.
Son olarak “Ceviz”, “Dışarısı” gibi ‘küçürek öykü’lere değinmeliyim. Tarz ve teknik olarak farklı olan bu metinler, kitaptaki bütünlüğü bozuyor bence.
Yaz bitti!.. Zaman bir ırmak gibi akıyor hepimizi önüne katarak. Elimizde kitaplar! Farklı olsa da, hepimiz aynı kitabı okuyoruz sonuçta. Kimimiz tersten, kimimiz düzüne. He, diyor “He” öyküsündeki karakter, başını sallayarak ‘he’! Gülümsüyorum, ‘he’ diyorum ben de ona ‘he’!..