Carlos Maria Dominguez’in Kâğıt Ev’i

Alaattin Karaca

Bir Rumeli türküsü var; “Bir ev yaptırdım bre Ramize’m sazdan samandan/ İçine girilmez bre Ramize’m tozdan dumandan” diye… Carlos Maria Dominguez’in Kâğıt Ev adlı anlatısıyla ilgili bu yazıyı yazarken geldi aklıma. Ne ilgisi var diyeceksiniz! Var. Çünkü Kâğıt Ev’in başkahramanı Carlos Brauer de bir ev yaptırıyor; ama ‘sazdan saman’dan değil kitaplardan bir ev onunki!

Doğrusu Kâğıt Ev’in başlarında, Cambridge Üniversitesinde akademisyen olan Bluma Lennon’un bir araba kazasında ölmesinden sonra, adresine gönderilmiş tozlu bir kitabın (Joseph Conrad’ın Gölge Hattı) alışılmış gizemli öykülerinden birini okuyacağımı sandım. Ama aynı üniversitede akademisyen olan anlatıcı, Lennon’a gönderilmiş ve üzerinde çimento kalıntıları bulunan bu kitabın izini sürdüğünde, yoluna bir kitap kurdu olan Carlos Brauer çıktı. Kâğıt Ev, işte onun; kitaplara büyük bir tutkuyla bağlanan, sonra bu tutkusu giderek kontrolden çıkan Brauer’in öyküsüdür. Sadece o mu? Değil elbet, Carlos kadar olmasa da Jorge Dinarli ve Agustin Delgado da aynı tutkuyla öne çıkarlar; özellikle Delgado kitaplara, kitap okuma tekniklerine, kütüphanelere, kitapların korunmasına, tasnifine, kitap hırsızlarına dair pek çok bilgi verir eserde.

Anlatıda olaylar, Lennon’un ölümünden sonra, aynı üniversitede çalışan bir akademisyenin, ona Uruguay’dan gönderilmiş tozlu bir kitabın peşine düşmesiyle başlar. Öykünün ana düğümü, kitabın Lennon’a kim tarafından ve niçin gönderildiğidir. Bu soruya cevap bulmak için yola çıkan akademisyen, Gölge Hattı’nın Uruguaylı bir kitapsever Carlos Brauer tarafından gönderildiğini öğrenir ve bundan sonra Kâğıt Ev, gizemli bir kitabın değil Brauer’in öyküsüne dönüşür.

Romanlarda pek rastlanmayan bir karakter Brauer. Garip tutkuları ve davranışlarıyla A. Şinasi Hisar’ın Fahim Beyine benziyor. Bence Kâğıt Ev, gücünü de asıl bu ilginç karakterden alıyor. Kısaca tanıtmak gerekirse; “okumak ve anlamak dışında bir kaygı gütmeden (…) bir kitap için oldukça mühim paralar ödemeye hazır” (s. 30), tüm odaları yerden tavana kadar kitaplarla dolu bir dairede yalnız yaşayan, eline geçirdiği kitapları yalayıp yutan, “tüm gecesini kitaplarla geçir[en]” (s. 43), “müzayedelerde aklını kaybed[en]” (s. 46), yirmi binden fazla kitabı olan bir kitap tutkunudur o. Bu tutku, giderek kontrol edilemez boyutlara varır. Örneğin banyo duvarlarını dahi kitapla doldurur (s. 42), kitaplar buhardan etkilenmesin diye hep soğuk suyla duş alır, garajına kitap koyabilmek için arabasını arkadaşına hediye eder (s. 42), kavgalı yazarları –meselâ Borges’le Garcia Lorca’yı- aynı rafa koymaz vb…

Ama asıl gariplik, aradığı kitabı nerede bulacağını yazdığı kitap listesi yandıktan sonra olur. Carlos yıkılır. Çünkü “bir koleksiyoncu için yangın sözcüğü düşlerin yanıp kül olmasıyla eşdeğerdir.” (s. 58). Bunun üzerine evini satar, Rocha’da insanlardan uzak bir deniz kenarında, duvarlarını kitaplarından ördürdüğü bir ev yaptırıp inzivaya çekilir. İşte Bluma’ya gelen kitap, o evin duvarından koparılmıştır. Anlatıcı kahraman, evi bulur; ancak ev harap hâldedir. Lennon, Carlos’tan Gölge Hattı’nı istemiş, o da evi yıkma pahasına kitabı bulup Lennon’a postalamış, sonra da orayı terk etmiştir.

Tüm iyi okurlar böyle değil midir? Kitaplardan ördüğü duvarlara, bir kâğıt eve hapsetmezler mi kendilerini? Ve sonra bu duvarlar arasında kaybolduklarında, aradıklarını bulmak için ördükleri duvarları yıkmazlar mı? Ya aynı kitapların sayfalarında el ele dolaştığı bir dostunu kaybedince ne yapar insan? Birlikte okudukları kitaplar, artık asla dönemeyecekleri hatıraların tanıkları ve bir daha içine beraber giremeyecekleri, baktıkça kalplerinin kanadığı ‘kâğıt ev’ler değil midir?..

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.