İskoç yazar Ian Dallas’ın eseri “Gariplerin Kitabı” (Çev. İsmet özel, Şûle Yay., 2012). Ian Dallas, Abdulkadir Es-Sûfî’nin Müslüman olmadan önceki ismi.
“Gariplerin Kitabı”nda Abdulkadir Es-Sûfî, kendi arayış öyküsünü; modern dünyanın sadece maddeye odaklı mekanik bilgi ve gerçeklik anlayışından bunalan bir aydının, -tıpkı Cemil Meriç’in “Kültürden İrfan”a dediği gibi- bilgiden hikmete olan yolculuğunu, tasavvufî deyişle seyr ü sülûk’unu anlatır.
Tüm bildungsromanlar gibi bir huzursuzluk, bir sıkıntıyla başlar öykü. Kahraman, odasındaki bir resim vasıtasıyla -bu bir işarettir- kaybolan bir kütüphaneciyi ve bir kitabı bulmak üzere yola çıkar. Yolculuk boyunca birtakım aşamalardan geçer ve sonunda büyük bir değişim yaşayarak menzile ulaşır. Artık baştaki kişi değildir, seyr ve sülük tamamlanmış, kemale ermiştir.
Doğrusu eser başlarda derunî, hikmetli cümleler içeriyordu. Arayanın modern dünyaya ve bilgi anlayışına yönelik tespit ve eleştirileri çarpıcıydı, en önemlisi arayanın huzursuzluğunun felsefî temellerini anlamlı kılıyordu. Meselâ kaybolan kütüphaneci nerede, onu nasıl bulabilirim diye sorduğunda, kalp gösterilerek “Kendiniz bulun. Hepsi burada. Her şey…” (s. 23) denilmesi, bulma’nın bizzat arayan tarafından ve kendinde/ kalbinde vuku bulacağına işaret etmek bakımından önemliydi. Modern dünyanın aydınları ona göre “kendi düşüncelerinden örülmüş kafesler içinde bir o yana bir bu yana koşuşturan beyaz fareler”e benziyorlardı (s. 30). Katılıyorum bu düşünceye. Çağımızın kariyerist profesyonel uzmanları, kendi icat ettikleri bilginin tutsağıdır ve o bilgi dışındaki bilgiye kapalıdırlar, kendi yarattıkları ‘bilgi’yi tek gerçek olarak görür, ona taparlar. Çoğu öğretir, eğitmendir ama gerçekte bir şey bilmez, düşünür fakat akletmezler… Ezberlenmiş ve kabuk bilgi’nin etrafında dönüp duran, bir türlü derinlere dalamayan basit beyinler.
Dediğim gibi başlarda eserde zihni yükseklere sıçratacak cümleler vardı. Meselâ “Burada imparatorluk gücünü yitirdi. Askerler bilginlerden daha şerefli sayılıyor, bilgin de kendine değil kitaplarına güvenir oldu. Hikmetli adam, konuklarına kapadı kapısını, bahçesine döndü.” (s. 40-41) cümlesi, dünyadaki büyük zihniyet değişimine işaret ediyor. İlmin, âlimin değil, silahın, askerin önem kazanması, güvenlik politikalarının ön plâna çıkması, totaliterliğin ve saldırganlığın göstergesi. Kuru ve alışılmış yüzeysel bilginin, hikmeti, eğitimden ve hayattan kapı dışarı etmesi, aydın olmanın makale ve kitap sayısına göre değerlendirilmesi önemli meseleler… Sonra eğitim!.. Bugünün eğitim anlayışı, tıpkı eserde denildiği üzere “verilenin dışındakine karşı kapanma”dan ve “verilenleri üst üste yığmadan” ibaret. Bir tür kronoloji. Oysa “Kronoloji aptalların tarihi!..” Enformatik cehalet, bilgi çöplüğü…
Bütün bunlar, çağın ve bizim de önemli problemlerimiz.
Ne bulabiliriz bu hikmetsiz bahçede?.. Gariplerin Kitabı’nda eleştirilen bilim anlayışı, o yüzeysel bilginin peşinde koşanların meclisindedir. Bir bedevînin kahramana söylediği “deveyi merkep pazarında bulamazsın!” cümlesi tam da bu meseleye parmak basar. Günümüzün bilim dünyası âdeta merkep pazarıdır, hakikate değil güce, güçlenmeye, kariyere, salt yükselmeye hizmet eder.
Gerçek bilgiye ulaşmak için gereken ilk şey, “alnın yere değmesi”dir. Nitekim eserin kahramanı da “Alnım çimenlere dokunduğu zaman hiçbir şey bilmediğimi öğrenmiştim.” (s. 66) der. Albert Camus’nün “Düşüş”ündeki avukat kahraman da öyle değil miydi? Hep yukarıdaydı, yükseklerde, “sözcüğün tam anlamıyla havalarda yüzmüş”tü, kibirli, sürekli yargılayan konumda. Ama sonra, düşer! Düşmek ya da alnın yere değmesi kendini bulmanın ya da bilmenin eşiğidir.
Kitabın son kısmı bir tasavvuf öğretisine dönüşüyor, didaktik ve cansız bir usuller manzumesi...