Geçen hafta müfredattaki bazı dil ve terminoloji yanlışlarına değinmiştim. Birkaç örnek daha verip asıl konuya geleyim. Biri, “Öyküleyici (Anlatmaya Bağlı) Edebî Metinler” başlığı… Yapmayın, başımıza bir de “öyküleyici metinler” diye “yeni” bir şey çıkarmayın, parantez içindekini kullanıyoruz zaten. İkincisi; “Metnin kurgu zamanı…” (s. 26). “Kurgusal zaman”ı , “anlatma zamanı”nı, “öykü/olay zamanı”nı biliyoruz da “metnin kurgu zamanı”nı anlayamadık!
Uzatmayalım, edebiyat, zor bir ders. Çünkü, meselâ matematik gibi birtakım sabit kural ve formülleri öğretmeyi hedeflemiyor. Elbet bazı sabit bilgileri var; ama bu dersin öncelikli amacı, yalnızca “bilgi aktarımı” değil; aksine dili güzel ve etkili biçimde kullanmayı sağlamak… Bu ise kuru bilgiyle olmaz! Aslında edebiyat müfredatı da bu ikilemde kalmış. Bir yanda öğretilmesi gereken bilgiler, diğer yanda dili kullanma becerileri. Oysa mesele âşikâr: Artık öğrenciler, düşünce ve duygularını, sözlü veya yazılı olarak, doğru ve güzel biçimde aktaramıyor, okuduklarını anlamakta zorluk çekiyor…
Peki ne yapmalı? “Edebî bilgi”leri vermekten vaz mı geçelim? Hayır, ama azaltılabilir! Burada aslolan, öğrencileri, dilin çok iyi, güzel ve doğru biçimde kullanıldığı, asla unutamayacakları edebî metinlerle tanıştırmak!.. Çünkü edebiyat, güzel ve unutulmaz metinler sayesinde seviliyor. Bir de teoriden çok, pratiğe ağırlık vermek. Ama “bilgi aktarma” ağırlıklı bu müfredatla zor! Zaten “test çözme”ye bağlı bu eğitim sisteminde, edebiyat derslerinin tek başına bu problemleri çözmeye gücü yetmez!
***
Gelelim müfredata!.. 9. sınıf müfredatı, esas itibarıyla “edebî tür” üzerine kurulmuş, kronolojiye bağlı bilgiler verilmekten kaçınılmış!.. İyi olmuş. 14 yaşındaki bir 9. sınıf öğrencisinin önüne, hemen Divan edebiyatı metinlerini koymak, doğru bir usûl değil; hatta Türkçeden soğutabilir de… Müfredat, edebiyat, bilim ve güzel sanatlara dair bilgilerin verildiği “Giriş”le başlıyor. Bana göre, “Giriş”teki bilgiler de iyi seçilmiş bir edebî metin vasıtasıyla verilmeli. Meselâ, Behçet Necatigil’in “Yıldızlara Bakmak”ı, bu konuyu işleyen güzel bir radyo oyunudur! Sonra “tür”e dayalı bir sıralama: “Hikâye”, “Şiir”, “Masal/Fabl”, “Roman”, “Tiyatro”, “Biyografi/ Otobiyografi”, “Mektup/E-posta”, “Günlük/Blog”. Bence bu sıralama, problemli. Doğrusu; “Şiir”, “Masal/Fabl”, “Hikâye”, “Roman”, “Tiyatro”, “Mektup/E-posta”, “Günlük/Blog”, “Biyografi/Otobiyografi” şeklinde olmalıydı. Öğrenciler, böylece benzer türler arasındaki ayrışma ve gelişimi izlerdi.
***
İkinci ünite, “Hikâye”. Burada, Cumhuriyet döneminden iki hikâye vasıtasıyla türe ilişkin bilgiler veriliyor. İyi. Ama artık olay hikâyesine Maupassant, durum hikâyesine Çehov tarzı demeyi bırakmalı. “Şiir” ünitesinde, Cumhuriyet döneminden 5 şiir vasıtasıyla şekil ve tür bilgileri aktarılıyor; ama “bilgi yığılması” var. Meselâ, “söyleyici” ve “tapşırma” kavramlarını açıklamaya gerek yok! Ayrıca şiirler, hece, aruz ve serbest nazım şeklinde değil de, serbest nazım, hece ve aruz şeklinde sıralansa daha iyi… Bir de “Masal/Fabl”; hatta “Biyografi/Otobiyografi” yerine, “gezi” ve “anı” yazıları alınabilirdi. Gelelim “Blog” ve “E-posta”ya! Bunlar, “edebî tür” değil; yeni iletişim biçimleri… Tabii ki öğretilmeli; ama “edebî tür” değil de yazılı anlatım konusu olarak… Bir de, “Biyografi/Otobiyografi” ünitesinde “Divan edebiyatından “tezkire”, “Mektup/E-posta” ünitesinde “Divan edebiyatından bir mektup örneği” alınması öneriliyor. Bence bunlar da sonraki sınıflara kalmalı.
9. sınıf müfredatı böyle!.. Onca bilgi yığını içinde, öğrenciye okuma, yazma, konuşma becerileri edindirmek zor. Belli ki devam edeceğiz. Madem bir iş yaptık, sağlam olsun!