Bugün İslâm dünyasının en büyük problemlerinden biri, kelimenin tam manasıyla “ebedi hakikat ve adalet standartlarının bayraktarlığını yapan”, maddi avantajlar edinmek ve dünyevî güçlerle yakın ilişkiler kurmak gibi dertleri olmayan, hakikat, adalet uğruna her türlü iktidarla karşı karşıya gelmekten; sorgulamaktan ve eleştirmekten çekinmeyen bir entelektüel zümresinin olmayışıdır… Müslüman Şark’ın yozlaşma ve çöküş sürecinde ortaya çıkan, fikrin belli kalıplar içinde hapsolması ve adeta donması, lider kültü, farklı fikirlere meydan vermeyen otoriter yönetim biçimleri ve yanlış din anlayışları, ne yazık ki entelektüel tavrın neşv ü nema bulmasına imkan tanımadı, tanımıyor… Bundan dolayı günümüz İslam toplumlarında rağbet gören insan tipleri, eleştirip sorgulamadan “biat” eden ve “uslu, uysal bir bende” olarak “koro”da hizaya girenlerdir…
Böyle bir ortamda, az da olsa yalnız kalmayı ve Julien Benda’nın ifadesiyle “Benim krallığım, bu dünyanın krallığı değil” demeyi göze alan entelektüeller yetişmiyor mu? Yetişiyor elbette. İşte Nurettin Topçu, bu ender aydınlardan biridir. Bence Türkiye’de bu tür aydınları dahi kendi dar kalıplarıyla kategorize eden, onların yazıp söylediklerinden sadece kendilerine uygun olanları alan, eleştirilerini görmezden gelen; dolayısıyla bu aydınları iktidarlarını pekiştirmek için kullanan tarafgir bir zihniyet var. Bunlar, meselâ Cemil Meriç’in olduğu gibi Nurettin Topçu’nun da Şark’a ve Müslümanlara yönelik sert eleştirilerini görmezden geliyorlar. Oysa Cemil Meriç’i de Nurettin Topçu’yu da entelektüel kılan en önemli vasıflardan biri, eleştiren ve sorgulayan bakışları, özellikle “otokritik zihniyeti”dir! Nitekim rahmetli M. Orhan Okay Hoca şu satırlarında, Topçu’nun bu en önemli vasfını şöyle anlatır:
***
“Nurettin Topçu’yu, günümüzün siyasî-ideolojik gruplarından ayıran mühim farklardan biri (…) onun otokritik zihniyetidir. Yani bağlı olduğu dünya görüşünün mensuplarını da tenkid edebilmesidir. Bu hususiyeti dikkate alınarak, onun hayatı boyunca neden hiçbir zaman lider değil de bir yalnız adam portresi çizmiş olduğu, zannederim bu otokritik karakteri ile değerlendirilmelidir. Tabir caizse o, Voltaire gibi sahte ve kabukta kalan dindara da, samimiyetsiz dinsize de yaranamamış, hoş görünememiştir.” (Nurettin Topçu’ya Armağan, Dergah Yay., s. 81)
Topçu’yu entelektüel kılan bir başka vasfı da “otokritik zihniyeti” yanında “zıt görüşlere mensup olanlara da gerektiğinde haklarını” vermesidir. Nitekim eserlerini “cemaatçi” bir taassupla değil de hakikatperest bir zihniyetle okuyanlar, onun özellikle sahte din adamlarına, Müslüman Şark dünyasındaki yanlış zihniyetlere, bu dünyanın ilim ve hakikat aşkından kopup medeniyetin sadece “teknik” cephesine tapmaya başlamasına dair sert eleştiriler yapmaktan geri durmadığını; hatta Batı medeniyetine yönelik bazı hükümleri; meselâ; “Avrupalılar ilimde, fende ilerlemişlerdir ama Avrupa’da ahlâk çok düşük. Bizim ahlâk kıymetlerimiz onlarınkine üstündür.” şeklindeki görüşü, “âdi ve amiyane bir müşahede” olarak değerlendirdiğini bilirler. (“Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlâk Görüşü”, Kültür ve Medeniyet, s. 36-37)
***
Hasılı Topçu, bütün varlığıyla “Hakikat aşkı”na tâbi olmuş bir entelektüeldi. Bu aşkı engelleyecek her türlü “otorite”ye ve “ihtiras”a karşı çıktı. İlim mabedine menfaat endişesiyle sokulmayı haram bildi. “Falanı seven zındık, falanı sevmeyen melun, filan hareketi yapan imansız, filan görüşü tenkid hatta tahlil eden dinsiz diye göklere yükselmiş yüzlerce yumrukla vicdanları tazyik…” (Kültür ve Medeniyet, s. 27) edenleri, mensubiyetlerine bakmaksızın hür düşüncenin ve Müslümanların engeli olarak gördü…