2022 Nobel Ödülü’nü kazanan Fransız yazar Anniex Ernaux hakkında yazmak istiyordum. Çoğu okur “Seneler”inin başarılı olduğu kanaatinde ama ben şimdilik “Babamın Yeri” (Çev. Siren İdemen, Can Yay., 2022) ile “Yalın Tutku” (Çev. Yaşar Avunç, Can Yay., 2022) adlı romanlarını okudum. Yazımda “Babamın Yeri”nden bahsedeceğim.
Öncelikle şunu belirteyim Ernaux’nun romanları kendi hayatından izler taşıyor, hatta “Babamın Yeri” için bütünüyle otobiyografik bir roman diyebilirim. Ancak bu eserinde babayı odağa alarak aslında ailesini, daha geniş dairede ise Birinci Dünya Savaşının hemen öncesinden başlayarak 1967’de babanın ölümüne kadar geçen zaman dilimindeki toplumsal değişimi anlatıyor. Ailenin köyde bir çiftçi olarak başlayan hayatı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında sanayileşme ve kentleşmeye paralel olarak değişir, toprak adamı önce fabrikaya, ardından da küçük esnaflığa evrilir. Sonra İkinci Dünya Savaşı, savaşın yarattığı yıkım, yoksulluk, yeniden kurulan mahalleler… Hayat değişir elbet, ama taşralılık ruhlarında, dillerinde, tavırlarında daima yaşar. Ernaux, köy kökenli bir ailenin kentteki ruh hâlini, meselâ dillerindeki aksan nedeniyle duydukları aşağılık duygusunu, “Taşra ağzı babamın gözünde, eski ve çirkin bir şey, düşüklük, aşağılık işaretiydi” (s. 40) cümlesiyle ifade eder. Aile içinde iletişim -açık biçimde yazmasa da- pek sıcak değildir. “Birbirimizle hırlayıp homurdanmadan konuşmayı bilmezdik. Ölçülü, kibar üslup yabancılara saklanırdı.” (s. 46) diyor yazar. Bu örnekler, Ernaux’nun çok da sıcak bir aile ortamında yaşamadığını gösteriyor.
Ama köy kökenli yoksul ailenin kızı, edindiği yeni kültürle giderek aileden farklılaşır, kentin “küçük burjuvazisi ile takılmaya başladığı[n]da” (s. 42) üst tabakanın zevkleriyle yüz yüze gelir, içinde yaşadığı dünyanın isteklerine uyup “başka bir dünyaya geç[mektedir]” (s. 42), yavaş yavaş “küçük burjuva dünyasına” (s. 50) göçer. Sonra baba-kız arasındaki çatışmalar, onların konuşmalarını kaba görme, tartışmayı bilmemekle suçlama, kitapların dünyası, üniversite, yazarlık, bir üst sınıftan koca ile evlenme… Ernaux, bu değişimi “Dünyanın, ötekini sadece bir dekor olarak gören bu yarısına süzülmüştüm.” (s. 60) diye açıklıyor. Ötekiler kim oluyor, dekor olarak görülenler? Ernaux, yavaşça bir şey fısıldıyor, sınıf farkına işaret ediyor, ötekileri bir dekor olarak gören bir üst kesimden bahsediyor. Evlendiği kocası için söylediği şu sözlere dikkat: “İmtiyazlı bir burjuva ailenin çocuğu olarak doğmuş ve daima ‘müstehzi’ bir adam, bu iyi yürekli insanların muhabbetinden ne kadar keyif alabilirdi?” (s. 61) Diplerde bir sızı!
Böylece Ernaux, hançeri hem aşağılık duygusu ile ezilen taşralılara hem de onları sadece bir dekor olarak gören imtiyazlı burjuvaya saplıyor, roman otobiyografiyi, babayı, aile dramını aşıp sosyolojik bir yergiye, hatta ağıta dönüşüyor. Modern dünya, her yerde aynı. İçinde yaşadığımız dünyanın isteklerine uyup, zevksizlik ve kabalık olarak görülen daha aşağı bir dünyanın, geçmişin anılarını gömmüyor muyuz çoğumuz?..
“Babamın Yeri” sessiz bir ağıt bence… Annenin, babanın ölümü üzerine tam da merdivenin dönemecinde -evet merdivenin dönemeci önemli- “usulca, ‘Bitti’…” (s. 69) demesi, aynı zamanda büyük bir kırılmayı, kopuşu, bitişi de bildiriyor.
Kanaatimce Ernaux’nun eserlerinin köklerinde bu kopuşun, değişimin derin ıstırapları var. Hatırlamaya dayalı bu romanının sonunda “İçine girdiğim burjuva ve kültürlü dünyanın eşiğinde bırakmak zorunda kaldığım mirası gün ışığına çıkarma işini bitirdim.” (s. 69) demesi bu bakımdan önemli. Yazar, hüzünle eşikte bıraktığı mirası eşeliyor.
Babalar, her ne kadar köy kökenli, taşralı olsalar da çocuklarının “Onu hor gören dünyaya ait” olmasını isterler… Hayatın kanunu böyle!