Bu hafta arkama dağı, önüme denizi aldım. Elime de Andrey Platonov’un Can romanını. Önümde masmavi deniz, karşımda yemyeşil orman… Sabah! Hava mis gibi. Su sakin ve berrak, küçük dalgalar sahile vuruyor yavaşça… Can’la beraber kopuyorum denizden; 1930’lu yıllara, Stalin dönemi Sovyetler Birliğine dalıyorum zihnen. Moskova İktisat Enstitüsü’nün avlusunda genç bir adam: Nazar Çağatayev; romanımızın başkahramanı. Bir tören var akşama, genç mühendis okuluna veda ediyor…
Merak edenler için bir parantez açıp Platonov hakkında bazı bilgiler vereyim. Andrey Platonov, 1899’da doğmuş. Elektrik ve arazi ıslahı uzmanı olmuş. 1920’li yıllardan itibaren Sovyetler Birliği’nin değişik bölgelerinde; özellikle Asya’nın yoksul çöllerinde çalışmış. Daha geniş bilgi edinmek isteyenler, Birbirimiz İçin Yaşayacağız adıyla basılan mektuplarında, eşiyle olan münasebetlerine, çalıştığı coğrafyaya, oğlunun 15 yaşında tutuklanmasına, yaklaşık 2 yıl oldukça kötü şartlar altında hapiste yatmasına, genç yaşta veremden ölmesine ve bir babanın çocuğunu kurtarmak için verdiği büyük mücadeleye, yazdıklarının Stalin ve rejimce hoş karşılanmamasına, matbuat dünyasında eserlerinin yayımlanmasından çekinilmesine, bu nedenle Stalin’e özür mektupları yazmasına dair bilgiler bulabilir… Evet 1930’lu yılların başında, özellikle “İlerisi İçin” adlı uzun öyküsü ideolojik bakımdan zararlı görüldüğünden sakıncalı damgası yemiş, 8 Haziran 1931’de Stalin’e yazdığı mektupta, önceki eserlerini, hem politik hem de sanatsal anlamda reddettiğini ve “İlerisi İçin” adlı öyküsünün sebebiyet verdiği zararı en az seviyeye indirmek ve “hatasının telafisi için ne gerekiyorsa yapmaya hazır (s. 104) olduğunu belirtip özür dilemişse de, yayınevleri eserlerini basmaya yanaşmamış.
***
Platonov, II. Dünya Savaşı’nda cephede. Savaş sonrası o da tüberküloza yakalanıyor ve 1951’de ölüyor. Yazdıklarımdan Platonov’un sosyalizm karşıtı bir yazar olduğu sanılmasın. Aksine Can, sosyalist ülküyle yazılmış siyasal bir eser. Romanın başkahramanı Çağatayev, sosyalizme gönülden bağlı. Mezun olduktan sonra annesi Türkmen Gülçatay’ın memleketine atanıyor. Görevi, Türkmen, Karakalpak, Özbek, Kazak, İranlılar, Beluciler ve Kürtlerin yaşadığı Aral Denizi kıyısındaki Sarıkamış, Üst-Yurt ve Amuderya deltasında Can adı verilen oldukça yoksul bir kabilenin hayat şartlarını iyileştirecek çalışmalar yapmak, “Sarıkamış cehenneminin dibinde mutluluğu” (s. 36) ve Sosyalizmi kurmaktır! (s. 28). Ancak bu hiç de kolay değildir. Çünkü kaderine, yoksulluğa razı olmuş, sefalet içinde “Ruhları çoktan dağılıp gitmiş (…) yaşayıp yaşamadıklarını umursam[ayan]” (s. 63) bir halk –Can kabilesi- vardır karşısında.
Bu insanların sefalet içindeki hayatını yer yer natüralist bir tavırla, zaman zaman masalsı, mitolojik öykülerle ve olağanüstü olaylarla bezeyerek anlatıyor Platonov. Ve az da olsa Stalin’e selâm göndermeyi ihmal etmiyor! Can, esas itibarıyla 1930’lu yıllarda Stalin döneminde, Sarıkamış çukuru denilen bölgede yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan, toplumsal bilinçten uzak, mücadele iradesini ve ruhunu kaybetmiş bir halkın “diriliş öyküsü”… Çağatayev ise bu toplumsal dirilişin öncüsü sosyalist bir kahraman. Romanın sonunda Can kabilesi, her türlü zorluğa rağmen Sarıkamış’ta toplanıyor, ölüme alışmış ruhun yerine yaşama mücadelesine ortaklaşa sarılan toplumsal bir ruh çıkıyor.
Kitap bittiğinde, yoksulluk içindeki Asya çölünde Can halkının arasında Çağatayev’le beraber ben de dolaşmıştım. Hüzünlü yüzleriyle önce Vera sonra Türkmen Hanım, küçük Aydım kız ve yorgun Asyalılar geçti gözümün önünden… Romanı kapattım, önümdeki denize baktım uzun uzun. Sonra Bedri Rahmi’nin bir dizesi geldi aklıma:
“Önde zeytin ağaçları arkasında yâr…”