"Yılan Hikâyesi”, Samim Kocagöz’ün romanı. Romanda olaylar, 1946 yılında, Demokrat Parti’nin kurulması, örgütlenmesi ve seçimlere girmesi sürecinde Ege’de –muhtemelen Söke civarındaki bir köyde- geçer. Eser, o dönemde köylerde yaşanan birtakım ekonomik sıkıntıları, CHP’lilerin köylü üzerinde, özellikle muhtarlar ve ağalar vasıtasıyla kurduğu baskıyı, DP’nin köylerdeki örgütlenme çalışmalarını, 1946’daki seçim sürecinde yaşanan DP-CHP çekişmesini konu edinen bir ‘siyasî roman’dır.
***
Romanın ana teması, bir köyde CHP ile DP arasında yaşanan çatışmadır. Bu durum, çoğu siyasî romanda görüldüğü üzere köyde bir ayrışmaya neden olur. Çatışmanın bir ucunda, CHP’li muhtar, diğer ucunda ise DP’li İsmail vardır. Köylülerin en büyük problemi, tarlalarının su altında kalması ve gölde balık avlama yasağıdır. Bunu yapanlar ise CHP’li Muhtar ile dalyan ağasıdır. Köylüler, bu sebeple geçim sıkıntısı çekerler; lâkin CHP iktidarına sırtını dayayan hâkim güçlere söz anlatamazlar. DP, işte bu süreçte kurulur. Köy halkı, başlangıçta yeni partiye karşı çekingendir. Nitekim bir köylünün; “Bu işe Halkçılar dünyada razı olmazlar.” (s. 43) demesi, bu psikolojiyi yansıtır. Ayrıca köyde CHP’yi temsil eden Muhtar’ın, DP’yi kurmaya çalışan İsmail’i; “hakkında bu hayırlı olmaz” (s. 76) diyerek tehdit etmesi ve İsmail’in karısının korkarak “Başımız derde girmeye?..” (s. 96) demesi de, ülkemizde o yıllarda demokratik sistemin sağlıklı biçimde işlemediğini gösterir.
Romanda yer yer halkın siyasete pek sıcak bakmadığı da görülüyor. Bunun sebeplerinden biri, toplumun Balkan Harbi sıralarındaki gibi İtilâfçı, İttihatçı diye bölüneceği korkusudur. Bir de siyasî partilere duyulan güvensizlik var (s. 64). Meselâ Recep Dayının; “beylerin ağaların kavgasına burnunu sokma… Sonra onlar sarmaş dolaş olurlar da, sen ortalıkta kalır, kötü kişi olursun.” (s. 40) sözleri, bunu yansıtıyor. Bütün bu endişelere rağmen köylü, muhtarın zulmüne son vereceği, tarlalarını su baskınından kurtaracağı ve balık avlama yasağını kaldıracağı umuduyla DP’ye sarılır. Neticede köyde Demokrat Parti Ocağı kurulur, başına da İsmail geçer. Lâkin yeni partiyle birlikte “köyün içi fıkır fıkır kayna[maya]” başlar, köy ikiye ayrılır, “Eskiden (…) bir kahve varken şimdi iki ol[ur]” (s. 100); hatta bu ayrışma kız alıp-vermeye dahi sirayet eder.
Kocagöz, romanda bazı seçim hilelerini de teşhir ediyor; ama benim asıl dikkatimi çeken köylülerin kasabadaki DP mitingine kamyonlara doluşarak gitmeleri, parti binalarının önünde, mitinglerde davul ve zurnaların çalınması, DP mitinginde düzenlenen yağlı güreşler, mitingden dönen köylülerin köy meydanında büyük bir ateş yakıp kutlama yapmaları, koca kavağın altında yatan “rey sandığı”, sandık etrafında cereyan eden sert münakaşalar, sandığı emniyete almak için kavağa asma fikrinin dahi tartışılması… Nereden nereye?..
***
Hele sandığın açıldığı son sahne! Muhtarın (CHP) her türlü hilesine ve engellemelerine rağmen köydeki sandıktan 118 oyun DP’ye, 51 oyun CHP’ye çıkması, sarılmalar, tokalaşmalar, sevinç çığlıkları… Sonra karşılıklı küfürler, kalabalık tam birbirine girecekken Emin Onbaşı’nın elinde tüfekle ortaya atılması ve “-Bana bakın! Bir adım daha atanı yakarım. Basın bakalım geriye…” diye bağırması (s. 174)
O seçimlerde DP Türkiye genelinde kaybetse de, köyde ezici bir çoğunlukla kazanır. Köylüler daha sonra, ağanın göl çevresine inşa ettirdiği bentleri yıkarak, bir bakıma kendilerini kuşatan CHP baskısına ve fakirliğe başkaldırırlar…
İşte böyle bir “Yılan Hikâyesi”ydi bu! Kıvrıla kıvrıla ve deri değiştire değiştire bu güne kadar geldi…