Aklınıza neler geliyor öyle, hemen politik düşünmeyin. Modern hayat mücadelesine, onun yarış hızına ve yoruculuğuna dair bir ironi bu.
Doğru, 'yorulanlar kenara çekilsin' siyasetinden aldım ilhamı. Ama onunla sınırlamadım.
Belki bir gün deyimler sözlüğüne de girer. İşte o zaman bu sözün ne anlattığını anlamaya çalışacakları yormamak için yazıyorum.
Yorulanların elendiği, güçlülerin hayatta kaldığı bir dünyada mı yaşıyoruz? Yoksa yorulmayanlar, gerçekten yorulmaz değil mi? Onların da canı çıkıyor mu bu arada?
Yani yorgunluk, yorulmazlara da olmadık hatalar yaptırıyor mu? Ve bu, yorgun bir sürücünün trafikte yaptığı gibi hepimizin hayatını riske atıyor mu?
"Yorulanları eleyenin yorulmazlığı" sözü, böyle bir sorgulamaya imkan tanıyor.
Başarıya ulaşmak için rekabet etmek, sınırları zorlamak ve nihayetinde yorulanları geride bırakmak neredeyse bir kural haline geldi.
Ancak bu mecburiyet, insanın sınırlarını ve insanca yaşama hakkını göz ardı ediyor.
"Yorulmazlık" dediğimiz şey, gerçekten var mı? Yoksa başarı hırsının ve sürekli kazanma arzusunun bize dayattığı bir illüzyon mu?
Sorguladığımızda bu anlayışın insancıl olmadığı gerçeğiyle yüzleşiriz.
Herkesin bir sınırı vardır ve bu sınırları zorlayan bir sistem, en nihayetinde insanın kendisine bile yabancılaşmasına yol açar. Robotlaştırır. Bu makineleşmeyse sadece yorulmazlık maskesi takan yorgun şahsı değil, çevresini de etkiler.
Hadi akademik bir hava katalım yazıya. Şu ciddiyette olsun cümle:
Sonuç olarak, yorulanları eleyenin aslında yorulmaz olmadığını, aksine bu sürecin kendisinin yıpratıcı ve yıkıcı olduğunu söylemek gerekir.
Yorulmazlar, belki de en çok yorulanlardır; çünkü onları ayakta tutan rekabet hırsı, aynı zamanda benliklerini, kişiliklerini öğüten bir çarktır.
Konuyu başka bir kavramla boyutlandırabiliriz: Sultani tembellik.
Hem şahsi güç gösterisini hem de rehaveti içinde barındırır.
Sadece tarihin tozlu sayfalarına ait sanmayın, günümüzün toplumsal gerçeklerine de ayna tutan bir kavram.
"Sultani tembellik", bir iktidar sahibinin, sahip olduğu gücün rehavetine kapılarak, artık çalışmaya ya da çaba sarf etmeye gerek duymadığı bir durumu ifade eder.
Nasıl mı ortaya çıkar? Gücün doruğuna ulaşanların, bu gücün getirdiği sorumlulukları üstlenmemesi şeklinde.
Ama mesele burada bitmiyor.
Aslında bir çeşit zafer sarhoşluğudur da.
Malumdur; güç, insanı kolayca yanıltabilir.
Zirvede olmanın verdiği rahatlık, sorumlulukların ihmal edilmesiyle, rehavetin bir yaşam biçimi haline gelmesiyle sonuçlanır.
Oysa tarihte nice sultanlar, bu rehavetlerin kurbanı olmuştur. Güçlü oldukları zannedilen anlarda zayıflıklarına yenilmiş, farkına bile varmadan güçlerini kaybetmişlerdir.
Sultani tembellik, sadece bireyler için değil, toplumlar için de tehlikeli bir tuzak.
Güç ve iktidar, aslında daha fazla çaba gerektirir. Sürekli, durmaksızın pedal çevirmek zorundasınızdır.
Rehavete kapılınca kolay çözümlere kaçarsınız.
Kolaycılığa kaçmaksa kısa vadede tatlı gibi görünse de, uzun vadede ağır bir bedel ödetir.
Rehavetin, kolaycılık kılığında sizi ele geçirmesine izin vermeyin. Her an tetikte olmalısınız, uykuda bile tek gözünüz açık...
Sultani cinsinden dahi olsa tembelliğe kapılanlar, eninde sonunda tahtlarını kaybetmeye mahkûmdur.
"Yorulanları eleyenin yorulmazlığı"ndaki acıklı ironi de burada.
Siz, siz olun; tahtın altında durmamaya bakın, üstünüze yıkılır.
Cumartesi şarkınız Ahmet Kaya'dan gelsin, Yorgun Demokrat.