Hideyoshi, sıfırdan gelen bir Japon köylüsüydü. Haso'ydu, Memo'ydu; ne bir samuraydı ne de yönetici sınıfından.
Ama cesurdu, ataktı, savaşta yararlılıklar gösterdi.
Yetenekleri, Oda klanının yeni başı Nobunaga'nın dikkatini çekti. Generalliğe kadar yükseldi.
Feodal klanlar arasında üstünlük savaşları yaşanıyordu, kanlı 16. yüzyıldı. Derebeyleri, birbirlerine boyun eğdirme yarışındaydı.
Acımasız ve ihtiraslı klan beyi Nobunaga'nın hayalleri büyüktü, güç delisiydi.
Savaştan savaşa koştular, Nobunaga hepsinden muzaffer çıktı. 'Şeytan Kral' olarak nam saldı. Parçalı ülkesini birleştirip Japonya'nın tek hükümdarı olması, an meselesiydi.
Ne ki gücünün zirvesindeyken yine ayaktakımından devşirdiği bir komutanın ihanetine uğradı.
Fırsat kollanmış, tedbirsizliğinden yararlanılmıştı. Kaçamayacağını anladığında, Nobunaga kendi elleriyle hayatına son verdi.
Seferdeki sağ kolu Hideyoshi ise duyar duymaz öfkeyle yola koyuldu. Ve lordunun intikamını almakla kalmadı. Hayalini gerçekleştirerek yerine de geçti.
Diğer rakiplerini bertaraf eden Hideyoshi, kendisini birleşik Japonya'nın hükümdarı olarak bulmuştu.
Anlı şanlı boy beylerinin, esaslı hanedanların rüyalarını süsleyen güç, artık ondaydı.
İhtirasın kapıları, beklenmedik bir anda Hideyoshi'ye sonuna kadar açılmış, iktidar ayaklarının altına serilmişti.
Japonya'yı hakimiyeti altına almıştı. Sıra, kendisi tarafından yönetilmeyi bekleyen dünyaya hakim olmaktaydı.
O da hakkını vermek için gözünü Çin'e dikti.
Efendisi Nobunaga, ne kadar çılgın ve kural tanımaz da olsa dengeleri ve gücünün sınırlarını biliyordu, gerçekçiydi.
Oysa güç oyununa sonradan katılmış bir yağız halk çocuğunu kim tutar, ufkuna kim sınır çizebilirdi...
Neden Çin de Hideyoshi'nin olmasındı ki...
Bir yerden başlamalıydı, bugüne bugün yenilmez bir fatihti, kim durabilirdi önünde!
Fakat aradaki Kore, büyük bir hadsizlikle önünde durmaya kalktı. Neyine güvendiyse koskoca Hideyoshi'nin ordularına yol, geçit vermedi.
Nasıl direnebilirlerdi, Hideyoshi çılgına dönmüştü. Hayır hayır, gözü dönmüştü.
Ordu üstüne ordu gönderdi, Kore'ye diz çöktürmek değil yerle bir etmek istiyordu.
Ama her güç budalası gibi kötü haber duymak istemiyor, komutanlarından sadece zafer muştuları bekliyordu.
Ummadık taş başını yardığında, bu yüzden ruhu duymadı.
Ordusu, bozgun üstüne bozgun yemişti. Askeri gücü, korkunç kırımlarla budanmıştı.
Japonya, yenilgi değil hezimet tadıyordu. Fakat Hideyoshi'ye bir türlü söylenemiyordu.
O, sarayında oturmuş fetihten fethe coştuklarını, büyük zaferin yakın olduğunu sanıyordu. Çin'e, şahlanan atının sırtında gireceği günlerin hayaliyle yanıp tutuşuyordu.
Başına gelen felaketten, yıkımın acılığından habersizce sefa sürüyordu diyelim.
Gerçi ecel kapısını çalmadan bu tatlı rüyadan irkilerek uyandığı da rivayet edilir.
Öyle bile olsa, bataklığa saplandığını anladığında artık çok geçti.
Ordusundan artanlar, ancak ölümünden sonra Kore'den çekilecekti.
Hikayesini, Netflix'teki "Samuray Çağı" belgeselinde izlemiştim. Etkileyici bir yapım.
Japonya'nın eski Başbakanı Shinzo Abe, dün alçak bir saldırıda öldürülünce aklıma ilk gelenlerden oldu.
Abe, köklü ve nüfuzlu bir aileye mensuptu. İyi yetişmiş ve ülkesine hizmeti geçmiş bir Japon elitiydi. Halka karıştığı sırada, ev yapımı bir silahla sırtından vurulmuştu.
Saldırgan, askerlik mazisi olan alelade bir hırt...
Arsız, yüzsüz kimselerin el üstünde tutulduğu zamanlar için "yıl uğursuzun" derler.
Bazı yıllarsa ayaktakımının oluyor. Elem verici de olsa maalesef böyle.
Japon halkının başı sağ olsun.
Hepinize iyi bayramlar dilerim, bu şartlarda ne kadar iyi olabilirse.