Canavarca hisle adam öldürmekten yargılandı, hüküm giydiler oysa.
Davası 2017’de sonuçlandı. 16 fail beşer müebbet, 6’sı ise 110’ar yıl ceza yedi.
Ayrıca mahkeme, Demirtaş’ın dosyasıyla birleştirmeyi de reddetti.
Şimdi, bu hunhar cinayetten 6, davası görüldükten 3 yıl sonra, sanki müstahaklarını bulmamışlar gibi yansıtılıyor.
Bulmaları için, o gün eylem çağrısı yapan HDP MYK’sında üye bile olmayanların bugün milletvekilliklerinin ve belediye başkanlıklarının düşürülmesi mi gerekiyormuş.
Şimdiye neredeydiniz, gerçek suçluların hala yargılanmadığı yeni mi aklınıza geldi, ne değişti diye soranlara, ucuz demagojiyle cevap veriliyor:
“Üstünden yüzlerce yıl geçti Kerbela’yı unuttuk mu ki!”
Sanki ‘unut’ diyen oldu.
“6 değil, 66 yıl geçse de unutmayacağız” ajitasyonlarıyla saptırılıyor.
Unutulmasın elbette. Ama siyasi çıkar sağlamak için kullanılmasın da, haksızlıkları örtmek için istismar da edilmesin.
10 yıl önce “Parti kapatılsa bile vekillik düşmeyecek” müjdesi veren Sabah’ın şu haberini de unutmayın:
“12 Eylül’de yapılacak referandum, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan milletin seçerek Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderdiği milletvekillerini yakından ilgilendiriyor.
Yürürlükte olan Anayasa’nın 84. maddesinin son fıkrasına göre, partisinin temelli kapatılmasına söz ve eylemiyle sebep olan kişinin milletvekilliği otomatik olarak düşüyor.
Referandumda 9. madde olarak oylanacak değişiklikte ise bu hüküm değiştiriliyor. Referandumda ‘Evet’ çıkması halinde Anayasanın 84. maddesinin son fıkrası kaldırılmış olacak.
Bu sayede, demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partiler kapatılsa bile, artık milletvekillikleri düşmeyecek.
Böylece Anayasa Mahkemesi milletin verdiği temsil yetkisini engelleyemeyecek ve siyasetin üzerindeki yargı vesayeti hafifleyecek...”
AK Parti’nin, dokunulmazlıkların kaldırılmasına yıllarca karşı çıkma gerekçesini de unutmayın.
“Seçilmişleri atanmışların elinde oyuncak etmemek, sandık ve milli irade üzerinde yargı vesayeti kurdurmamak, siyaseti antidemokratik müdahalelerden korumak” için değil miydi?
2010’daki Anayasa değişikliğiyle, Türkiye bir ayıptan daha kurtarılmıştı. Partisinin kapatılmasına sebep olan eylemlerinden dolayı bile seçilmişlerin milletvekilliği artık düşürülemeyecekti. “Demokrasi kazanmış darbecilik kaybetmişti” hani!
Ne çabuk unutuldu bunlar!
Dolara göz kapamanın faydası ne?
Trump’ın, ABD sefaretini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması mesela. Ankara “Yok hükmündedir” deyince ne kadar yok olduysa...
ABD Temsilciler Meclisi’nin “Ermeni soykırımı tasarısı”nı kabulü hakeza. Biz “Yok hükmündedir” dediğimizde ne kadar yok olduysa...
Dolara bakmadığımızda da aştığı eşikler, işte o kadar yok oluyor.
Hukuk terminolojisinde “keen lem yekün” deniyor. “Yok hükmündedir, hiç olmamış gibi...”
Kanunsuz elde edilen delil, sanki hiç yokmuş gibi geçersiz sayılarak yargılamaya etki etmediğinde yerini buluyor bu kavram.
Fakat yersiz kullanıldığında, dilediğiniz kadar yok sayın, istemediğiniz sonuçları ortadan kaldırmıyor.
AİHM’in haksız tutuklamalardan Türkiye’ye verdiği tazminat kararlarının, “Yok hükmündedir” denince yok olmaması gibi.
Anayasa Mahkemesinin kimi ‘hak ihlali’ kararları, yok addedilip uygulanmadığında Anayasa emrinin çiğnendiği gerçeğinin değişmemesi gibi.
Hıfzısıhha kurullarınca seçimleri ertelenen baroların, “Kanuna aykırı, yok hükmündedir” itirazını fiilen yok sayınca, kanuna uygun hale gelmemesi gibi.
Yokmuş gibi yapınca, sonuçlarından hokus pokus kaçamıyorsunuz.
Dolar karşısında paramız erimemiş, ona buna zam üstüne fahiş zam da gelmemiş gibi olmuyor.
O tazminatlar da cebimizden çıkıyor, o hukuk açıklarının da milletçe maddi-manevi bedeli ödeniyor, önlenemeyen o siyasi olumsuzluklar da bütün sonuçlarıyla karşımızda arz-ı endama devam ediyor.
Gözünü kapayan, kendine gece yapar. Başı kuma gömmekten farksız. Halının altına süpürünce sorunlar çözülmüyor, dağ gibi yığıldığıyla kalıyor.