Kimsenin oy verdiği partiyi, desteklediği siyasetçiyi, izlediği filmi, okuduğu kitabı, beğendiği yazarı eleştiremiyorsun...
Laf etmeye kalkan, ağzının payını asgarisinden şöyle alıyor:
'Oy, para, zevk, tercih, özgürlük benim değil mi, ne karışıyorsun keyfime, seni hiç ilgilendirmez. Eleştireceğine; beğenmiyorsan oy vermezsin, desteklemezsin, izlemezsin, okumazsın o kadar. Zorla oy verdiren, destek isteyen, parayla aldıran, izleten, okutan mı var!'
Farkında mısınız bilmem ama...
Bir şeyi eleştirmekle onun yasaklanmasını istemek arasındaki farkı dahi ayırt etme, gözetme zahmetine katlanamayan tuhaf bir korumacılık refleksi, güya özgürlükçü tepkilere bile egemen hale geldi.
Ve fakat...
Tarafının, takımının, tercihinin üstüne kapanan bu tutuculuk... Değil ucundan dokundurmak, kenarından eleştirtmek, yan gözle dahi baktırmayan bu tahammülsüzlük, karşıtına gelince hayat hakkı bile tanımıyor. Konuşturmamaya, mümkünse yasaklatmaya, elden gelirse varlığını ortadan kaldırtmaya, baskıyla içeri falan attırmaya yöneliyor.
Diğer görüşten korkma, onu saldırı ve düşmanlık gibi algılama, duymak görmek istememe hastalığına yakalanmışlık belirtileri hep...
Yıllardır iktidara, eleştirinin düşmanlık ve kötülük olmadığı, yararlanmayı öğrenmesi gerektiği vaazları çekenlerde de baskın olarak görülüyor 'allodoxaphobia'.
Alaycılığa, aşağılanmaya, küfre, hakarete, nefret söylemi ve ayrımcı saldırganlığa maruz kalmaktan sürekli yakınanların her fırsatta karşıtlarına bin beterini yapmaktan geri durmaması gibi paradoksal bir hoşgörüsüzlük.
Sadece sevdiği, beğendiği, benimsediği, katıldığı eleştirilere özgürlük isteme rahatsızlığı yani. Ötekini vurun söyletmeyin, atın zindana gitsin...
Haksızlık ve adaletsizliği, karşıtı için hararetle arzulayan varyasyonları da var: 'Ben haksızlığa, adaletsizliğe uğradım, o da uğrasın. Ben çektim o da çeksin. Beni süründürenlere maşa oldu, o da sürüm sürüm sürünsün...'
Uzatmayayım, Binali Yıldırım'a çocuklarının ticari başarısının sırrını soran hınzırca yazılarına hapis talebiyle dava açılınca Mehmet Yılmaz, AİHM içtihatlarını hatırlattı.
Biri şuydu: "İfade özgürlüğünün devletin ve halkın bir bölümünün aleyhinde olabileceği, hatta hepsini rahatsız edebileceği ile ilgili olarak: Handyside / İngiltere davası..."
Haklı, yerden göğe...
Ama kimden yana, kime karşı oluşuna bakarak değişmemesi kaydıyla...
Canan Kaftancıoğlu'nun verdiği rahatsızlık için ne kadar geçerliyse Nagehan Alçı için de aynı derecede geçerli olması koşuluyla...
Ahmet Altan'la Nazlı Ilıcak'ı da kapsaması şartıyla...
Ne gerek var oysa yargılatmaya. Açıklarsın servetinin kaynağını, haksız kazanç spekülasyonlarını çürütürsün, kuru iftira ve kuyruklu yalansa suratına çarpar rezil rüsva bile edersin yayanı, kesilir sesler, herkes oturur yerine, olur biter.
Oysa dava kapatmaz konuyu, daha da büyütür. 'Şuyuu vukuundan beter' denmiyor haybeye, alır yürür başını şayialar. İnternet sitelerinde dolaşırken birden dünya medyasında haber olmaya başlar. Mastika sakızı gibi dillerine düşer, sündürür dururlar.
Hele ki fikri takip konusunda takıntılı bir sabit fikirliye çattıysanız geçmiş olsun, susmaz. Başınızın etini yer, kurtulamazsınız çenesinden.
İlkesel tutum, demokratik anlayış bakımından yanlış değil sadece. Astarı yüzünden pahalıya da gelir, uğraştırırsın ama seni de yorar yıpratır, ne gerek!