Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın huzurevinde yangın çıkmıştı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın da “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla derhal müdahale edildi” demişti.
Vakıf Başkanı Konstantin Yuvanidis, mesajı almış ki, İBB itfaiyesini hiç anmadan minnetlerini direkt Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bildirdi.
Yangını canla başla söndüren kurumu anmamakla kalsa yine iyi. Yuvanidis, Sabah gazetesine konuşup üstüne tüy de dikti.
Teşekkürlerini ismen Erdoğan’a iletirken İBB Başkanı İmamoğlu ile CHP lideri Kılıçdaroğlu’ndansa şikayetçiydi.
İmamoğlu bir gitmiş de yangından sonra bir daha gitmemiş, filanlar aramış da Kılıçdaroğlu aramamış, bunu da düşünmek lazımmış, kimse yangın üzerinden şov yapmamalıymış, kimse pay çıkarmaya kalkmamalıymış vesair.
La havle dersiniz...
Siyasete hem alet eden hem de ettiren, buradan prim kapmaya çalışan, yangın üzerinden hesap kitapla ucuz şov yapan kendisi değil sanki.
İmamoğlu da arayıp ders verir gibi baştan aşağı giydirdi, konuşmayı kaydettirip yayınladı.
Neymiş, kendisine değil de Erdoğan’a teşekkür etti diye İmamoğlu çıldırmış, vakıf başkanını tehdit etmiş.
Bu, iktidar medyasının yavesi.
Sosyal medyada, İmamoğlu’ndan rahatsız muhalifler de bir kampanya başlattı hemen. Tepkileri aşağı kalmaz.
“Tabii gücü azınlık vakfı başkanına yetiyor”muş da yok bilmem ne...
Agos’un eski yayın yönetmeni Rober Koptaş’a hak vermemek elde değil, İmamoğlu “az bile demiş”.
Neresinden tutsanız ayıp, neresinden tutsanız pişkinlik dökülüyor.
Vakıf Başkanı Yuvanidis’in savunulacak tarafı yok. Hatta durumunu tarife kelimeler kifayetsiz.
Attila İlhan’ın “Hangi Seks” kitabından bir nitelemeyle ancak “kemal-i rezalet” denilebilir.
'KARDEŞİM ESAD'A DÖNÜŞ
Manevra hazırlıkları başladı, Esad’la düşmanlık bitiriliyor, dostluğa geri dönüş için ricat borusu öttü.
Başyazarı Mehmet Barlas, dünkü Sabah’ta yazıyordu ki:
“Hillary Clinton ve Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’yi soktuğu yanlış Suriye yolundan çıkma vakti geldi de geçiyor.”
Esad’la iş tutmanın faydalarını da şöyle sıralıyordu:
“Eğer Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri normalleşirse, Suriye topraklarında Amerika tarafından silahlandırılıp üslendirilen PKK’lıları tasfiye etmek de mümkün olur. Dahası Suriye’nin meşru rejimi ile işbirliği yaparak Halep şehrini yeniden yaşanılır hale getirebiliriz.”
Erdoğan, MB rezervlerindeki erimeyi “düşerken ben yoktum, Cumhurbaşkanı’ydım” diye açıklamıştı.
Demek ki 11 yıl önce Türkiye, yanlış Suriye yoluna sokulurken de Erdoğan yoktu, Başbakan’dı, Hillary ile Davutoğlu vardı.
Yalnız “Şam canisiyle resim çektirenler”e edilen laflar ne olacak?
2019 seçimlerinde, Sisi’yle Binali Bey arasında bir seçim yapmaya çağrılmıştı İstanbullular.
Sisi’yle barışma adımları, Sisi ağırdan aldığı halde atıldı. Fakat Sisi yerine konan İmamoğlu’na bir normalleşme eli hala uzatılmadı.
İsrail, Emirlikler ve Suud için de geçerli aynısı. Koparılan ipler, onarıldı. Hepsiyle kucaklaşıldı.
İsrail’le büyükelçiler karşılıklı çekilmişti, şimdi tekrar atanıyor, dün müjdeleniyordu.
Çünkü bir Japon atasözü “ipleri koparma, lazım olur” diye öğütlüyordu.
“İpleri koparmayalım” diye baştan uyaran muhalefet partilerimizin, kendi aydınlarımızın günahı neyse; onlarla barışa sıra gelmiyor. Günahları, Sisi ve Esad’ın günahlarından daha büyük demek.
Şam’la barışmak istiyor iktidar. Putin’in de bunu istediğini Erdoğan söylemişti.
Gerçi Esad’ın barışmaya hemen yanaşmadığına, Sisi gibi onun da şartları olduğuna dair haberler çıkıyor.
Esad eğer ikna edilebilirse “katil Esed” lafları geride bırakılarak helalleşilecek, “kardeşim Esad”a geçilecek.
Olan; “Şam canisiyle resim çektirenler”e, vaktiyle “ipleri koparmayalım” diyenlere olacak. “İç düşman, hain, katilsever” ilan edildikleriyle kalacaklar.
Barlas üstada sormak lazım; içeride de düşmanlığı bitirip helalleşme, diyalog kurma zamanı geldi de geçmiyor mu hala?